Türkiye genelinde bağımsız yetenekleri 10 yıldır kesintisiz olarak sanat profesyonelleri ve
sanatseverlerle buluşturan, İstanbul’un heyecanla beklenen güncel sanat etkinliği Mamut Art Project’in 2022 edisyonunda yer alan iki sanatçı ile keyifli birer sohbet gerçekleştirdik. Hasan Alveroğlu ve Işıl Şimşek ile olan röportajımızda kendi sanat pratiklerinden bahsederken Mamut Art Project’in yapısına dair görüşlerini ve gelecek planlarını da kaleme aldık.
Işıl Şimşek ile başlıyoruz.
Öncelikle kendinden ve sanat hikayenden bahseder misin?
Ben Işıl Şimşek. İstanbul’da yaşıyorum. 2018’de Avni Akyol Güzel Sanatlar Lisesi resim bölümünden mezun oldum. Aynı yıl Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi heykel bölümünü kazandım. Çalışmalarımı okulda ve Üsküdar’daki atölyemde sürdürüyorum.
Çalışmalarında geleneksel ve günümüz malzemelerini bir arada kullanıyorsun. Bu tercihinin özel bir sebebi var mı?
Bence günlük hayatımızda gördüğümüz, kullandığımız her şey malzeme olarak kullanılabilir. Yaptığım işte vermek istediğim etkiyi elimdeki malzemeyle nasıl sağlayacağımı düşünüp denerken başka kapılar açılıyor. Malzemeyle uğraştıkça yeni özelliklerini keşfediyorum, farklı teknikler oluşturuyorum. Kullanım amacı fark etmiyor malzeme seçimimde.
“Gördüğünüz şey gördüğünüz şeydir. Ne gösterdiğim benimle ne gördüğünüz sizinle ilgilidir.” serisi ile ilgili detayları dinlemek isteriz.
Yaptığım işlerde benim için önemli olan şey süreç. Başlarken genelde kafamda bir görüntü oluşturmuyorum ya da eskiz almıyorum. Malzemeyi seçip oynamaya başlıyorum. Deneyerek vakit geçirdikçe malzemenin olanaklarını keşfediyorum ve hoşuma giden bana uyan bir şeyler görmeye başladığımda devamını getiriyorum. Bu seride de böyle davrandım. Bu serinin bir hikayesi ya da anlattığı bir şey yok. Olması gerektiğini de düşünmüyorum. Tabii ki bu seriyi yaparken araştırmalar ve okumalar yaptım. Her iş aslında bir önceki işte karşılaştığım bir problemin çözümü gibi. Ben yaparken birçok şey öğrendim ve bu benim sürecimdi. İnsanlar da izlerken ne alacaklarına ya da alıp almayacaklarına kendileri karar verebilirler. Ben sürecimin sonucunu sunuyorum ve gerisi izleyiciye kalıyor.
“Gördüğünüz şey gördüğünüz şeydir.” Frank Stella’nın sözü. Bu cümlenin benim düşünce ve davranışımı çok güzel özetlediğini düşünüyorum. Bu yüzden işlerim için bir açıklama beklendiğinde bunu söylerim. Sadece bu seriyi değil genel bakışımı da temsil ediyor.
Mamut Art Project’in 10. yıl edisyonunda yer alıyorsun. Süreç nasıl ilerledi ve sana katkıları neler oldu?
Mutlu ve heyecanlıyım. Mamut’a seçilmek benim için güzel bir motivasyon kaynağı oldu. Aynı zamanda böyle süreçlerle ilgili de çok şey öğrendim ve öğrenmeye devam ediyorum. Benim için güzel bir deneyim oluyor.
Hasan Alveroğlu ile devam ediyoruz.
Öncelikle bize kendinden ve sanat hikayenden bahseder misin?
Sanatımı şekillendiren en önemli şeyler çocukluk yıllarımdan itibaren grafiti ve elektronik aletlere duyduğum tutkuydu. İkisiyle de tanışmam hemen hemen aynı yıllara denk geliyor. Elektroniğe olan ilgim her ne kadar ekonomik ve yaşamsal sebeplerle ortaya çıksa da grafiti benim için ilkokul öğretmenimin açtığı yeni, renkli bir yol, güzel bir macera davetiydi. 20’li yaşlarımın başına kadar bir arada devam eden tüm bu tutkular, üniversite dönemimde beni Endüstriyel Tasarım okumaya itti. Eğitimim sırasında malzemeyle kurduğum ilişki bugünkü sanat anlayışımın temellerini attı. Kariyerimde tercih ettiğim tüm alanların bulduğum mekanlarda bir karşılığı olduğuna inanıyorum. Bunların endüstri ile birleştiğini fark ettim.
Grafiti, çocukluğumdan bu yana hayatımın merkezinde durdu. Takdir edileceği üzere bu işe gönül vermiş herkesin kendine has bir stili ve yaklaşımı vardır. Bir grafiti sanatçısı olarak farklı zeminlere, mekânlara, bir metrekareden bin metre kareye kadar pek çok farklı yaklaşım çerçevesinde çalışmalar ortaya koymuş olsam da boyadığım ilk duvardan bu yana bana en çok heyecan veren şey terk edilmiş mekanlardır. Daha çocukluk yıllarımda bu riskli mekanlarda grafiti yapmak bizim imzamız olmuştu. Terk edilmiş mekanların özellikle de vazgeçilmezim olan fabrikaların en önemli özelliği kendine has yaşanmışlıklara ve niş bir atmosfere sahip olmasıdır. Bu iki unsurun, yaptığım çalışmalarla duygusal bir bağ kurmamı sağladığına ve çalışmalarımın görsel gücünü arttırdığına inanıyorum. Bugün baktığımda kariyerimin başından beri boyadığım bu mekanların, yürüdüğüm yolun başı olduğunu görüyorum. Bir bakıma Lübnan’a gitme sebebim de bu oldu diyebilirim. Diğer yandan bir eğitmen olarak da grafitinin içinde olmam bana başka bir bakış açısı kattı.
Grafitinin hem eskiyi yaşatan hem de yeniyi yaratan ve yıkıcı gücü temsil eden çalışmalar üretiyorsun. Bize yaptığın çalışmalardan bahsedebilir misin?
Grafitinin “eski”, bizim jargonumuzda “old school” denebilecek malzeme ve tekniğinin bu işe uzun yıllarını vermiş hemen her sanatçı için zaman içinde bağlayıcı bir unsura dönüştüğünü düşünüyorum. Türkiye’de grafiti ortalama 30 yıldır var. Bugün geriye dönüp baktığımda bu coğrafyadaki ilk birkaç nesilden biri olduğumuzu söylemem yanlış olmayacaktır. Hal böyleyken grafiti ile geçirdiğimiz çocukluk, erken/geç gençlik dönemlerimiz harika olduğu kadar, pratik açıdan da zaman içinde bizi bazı tekrarlara mecbur bırakan bir dönem olarak hatıralarımızda kaldı. Ve bizi bu işin içine sürükleyen en önemli şeylerden biri olan adrenalin de, gençliğimizin olgunlaşmaya başladığı bu dönemde sanatımızın sürdürülebilirliğine eskisi kadar katkı sağlayamaz duruma geldi. Günün sonunda her sanatçı eski tekniklerini yeni bir doyum unsuruyla birleştirme yoluna gitti. Benimki ise endüstri ilişkimden etkilendi ve ortaya çıkan sonuç sizin de bahsettiğiniz eski/yeni etkileşiminin öne çıktığı çalışmalar oldu. Bunun yanı sıra hala klasik grafiti çalışmaları da yapmaya gayret ediyorum. Grafiti her zaman hayatımın içinde olan bir şey, bir rutin. Bugün ortaya koymaya çalıştığım pratiği de bu disiplin çerçevesinde gerçekleştirmek niyetindeyim. Elime sprey alıp yaptığım her çalışmada hala “old school” grafiti anlayışımın izleri olduğuna inanıyorum. Çalışmalarım genellikle girdiğim mekanların atmosferleri ve dokularıyla şekilleniyor. Özellikle bu yüzden şehirden uzak mekanları tercih ediyorum. Yine bu çizgide bu hislerle bu yönde çalışmalar yapıyorum.
Özel bir proje kapsamında Beyrut’a davet edildiğini biliyoruz. Projeyle olan bağlantını dinlemek isteriz.
Beyrut’a ilk gitme sebebim bir sosyal sorumluluk projesi kapsamında aldığım davetti. Aynı dönemde burada tanıştığım grafiti sanatçıları Beyrut’ta benim tarzıma uygun, terk edilmiş mekanların olduğunu söyleyip birlikte çalışmalar yapmayı teklif ettiler. Bu sırada 2750 ton amonyum nitratın patlamasıyla dünya gündemine oturan Beyrut Port’un ve çevredeki antik kentin yıkımına şahit oldum. Patlamanın ardından yıkılmış ve terk edilmiş mekanlara olan ilgimin de etkisiyle yüksek güvenlikle korunmasına rağmen Beyrut Port’a tek başıma girerek burada bulduğum endüstriyel malzemelerle kendi grafiti dilimi birleştirerek çalışmama başladım.
Mamut Art Project’in 10. yıl edisyonunda yer alıyorsun. Süreç nasıl ilerledi ve sana katkıları neler oldu?
Çalışmalarımın kavramsal zeminini hayal ettiğim gibi kurabildiğimi kendime ispat etmem gereken bir dönemden geçiyordum. Bu sırada yakın dostlarım aracılığıyla Mamut Art Project’ten ve misyonundan haberdar oldum. Halihazırda üretim aşamasındayken yaklaşımımı ve bazı örnekleri proje ve jüri ile paylaşmanın üretim sürecimde ve yaklaşımımı şekillendirmemde etkili olacağına inandım ve başvurdum. Heykel benim için oldukça yeni bir alan. Aslında bakarsanız çalışmalarıma resim, heykel gibi adlandırmalar yapmak bile kulağa tuhaf geliyor. Ancak plastik sanatlara duyduğum hevesin bir şekilde beni taşıyacağına inancım vardı. Nitekim öyle de oldu ve Mamut Art Project 10. edisyonuna kabul edildim. Açıkçası kendimi kendime ispat edebildiğimi görmüş olmamın, oldukça yeni olduğum bu alanda üretim motivasyonumu körüklediğini ve bana cesaret verdiğini düşünüyorum. Ayrıca Türkiye’ye yeniden geri dönme motivasyonunu da bu sayede bulduğumu söyleyebilirim.