Başta ABD olmak üzere, son dönemde dünyanın dört bir yanında ünlü isimler hakkında arka arkaya çıkan taciz ve istismar suçlamalarına yenileri eklenmeye devam ediyor. Son olarak, Washington DC’deki Ulusal Sanat Galerisi’nde eserleri bulunan sanatçı Chuck Close ve fotoğrafçı Thomas Roma hakkında çıkan cinsel taciz iddiaları, iki sanatçının da eserlerinin süresiz olarak sergilerden kaldırılmasıyla sonuçlandı. Rekor sürede, enstitüler eserleri gösterimden toplattı. Görünen o ki sanat dünyası artık sessiz kalmıyor. Ancak bütün bunlar, yeni sorular doğuruyor: Suçluları, sanat tarihine zarar vermeden, cezalandırabilir miyiz? İki yazar Chris Hayes ve Elise Bell tartışıyor…
Başkalarına pek çok yolla zarar veren insanlar her zaman vardı ve var olmaya devam edecek. Bu insanların bazılarının ünlü ve sanat dünyasından isimler olduğunu da görüyoruz. Ancak yakın dönemde bu konudaki sessizliğe son verilmeye ve suçluların cezalarını çekmesi için adım atılmaya başlandı. Egon Schiele ve Pablo Picasso gibi geçmişte de olumsuz davranışlarıyla tanınan sanatçıları biliyoruz. Bu bilgiler gizli değil, tarih kitaplarında dahi yer alıyor. Bununla birlikte, yakın zamanlarda, hâlâ hayatta olan isimlere yönelik cinsel taciz ve istismar suçlamaları ve davaları yoğunlaştı. Peki yaşayanlar gibi ölüleri de kınıyor muyuz? Suçlanan kişi sanat tarihinde büyük bir yer edilmişse, bu cezalandırılmadan muaf mı tutulmalı? Kevin Spacey’nin “House of Cards” dizisinden atılması gibi, tacizci sanatçıların eserlerini galeri duvarlarından kaldırabilir miyiz? Basit bir “evet” ya da “hayır” cevabı, bu bağlamda bir kesinlik teşkil etmeyecektir çünkü bu insanlar aynı zamanda kendilerinden çok daha büyük bir dünyanın, bir tarihin parçası.
Yazar Chris Hayes’ın bu konudaki yorumları şu şekilde: “Dünyadaki müzeler ve galeriler, yavaş yavaş, kötü davranışlı sanatçıların çalışmalarına büyük miktarda para ve entelektüel bir çaba sarf ettikleri gerçeğiyle yüzleşiyor. Örneğin, bir sürü insan, ‘benim için sadece iki çeşit kadın var: tanrıçalar ve paspaslar’ diyen Picasso’ya tepki gösterdi. Ulusal Sanat Galerisi de, cinsel taciz suçlamaları nedeniyle hem ressam Chuck Close’ın hem de fotoğrafçı Thomas Roma’nın kişisel sergilerini iptal edeceğini açıkladı, bu büyük bir haberdi. Peki diğerleri de kendi koleksiyonlarının karanlık sırlarına karşı koymalı mı?
Ben resim okudum, resimler sergiledim ve Chuck Close’un harika olduğunu düşünüyorum. Gerçekten onun ismini anmadan fotogerçekçilikten bahsedemezsiniz. Fotogerçekçilik, resim ile fotoğraf arasındaki ilişkinin gerekli bir parçası. Bu çok önemli. Buna karşın, dört farklı kadın, Chuck Close’un kendilerini stüdyosuna davet ederek, çıplak poz vermesini ve bu süreçte de kullandığı dil ve davranışlarıyla onları taciz ettiğini açıkladı. Bu durumda, başka bir Chuck Close sergisine ihtiyacımız var mı? House of Cards da aynı problemle yüzleşti ve çözüm olarak ne yaptılar? Problemli adamı kovdular ve kadını ön plana çıkardılar. Küratörleri, House of Cards’dan öğrenmeye ve gelecek sezonda sanatı daha çeşitlilik içinde, daha radikal ve en önemlisi de daha güvenli hale getirmeye davet ediyorum. Bu, sansür mü? Bu, sanat ve sanatçı özgürlüğüne yönelik bir saldırı mı? Hayır, zamanı geldi.”
İrlandalı sanatçı ve yazar Chris Hayes, konu üzerindeki görüşlerine şu sözlerle devam ediyor: “Son zamanlarda, cinsel suistimal iddialarına dayanarak bir Alman müzesi Bruce Weber için önemli bir retrospektifi askıya aldı ve Tate tanınmış bir sanat dağıtımcısıyla ilişkisini belirsiz bir süreyle sonlandırdı. Londra’nın sanat kurumları çok yakın bir tarihte, iğneyi sanat dünyasına çevirmek için büyük bir aktivizm çalışması üzerine inşa edilen bir dizi büyük sergiye ev sahipliği yaptı. Ve Tate Modern “Queer British Art” ve “Soul of a Nation” isimli, genellikle göz ardı edilen geçmişlerle ilgili, iki anıtsal sergi düzenledi. Kurumlar sorunlu sanatçıların sergilerini iptal etmeye devam etmeli mi? Kesinlikle, eğer sanatın solgun, bayat ve erkek egemen olarak kalmasını istemiyorsak.”
Hayes’a karşı bir tutum izleyen yazar ve @tabloidarthistory kurucusu Elise Bell ise, sanat eserlerinin kaldırılmasından yana değil. “Sanat tarihi sorunlu. Tate veya Ulusal Galeri gibi enstitülerin beyaz duvarlarında umutsuzluğa kapılmak kolaydır; biyografileri, tehlikeli ve problemli (genellikle) erkek ‘dahi’ kimseler gibi okunan sanatçılar tarafından derlenmiştir. Ancak, fiziksel anıtın korkunç insanların kutlanmasını gösteren “Rhodes Must Fall / Rhoes Düşmeli” gibi tartışmaların dışında sanatçılar, ürettiği işten ayrı bir şekilde yararlanma haklarına sahiptir. Bir Picasso yapıtına hayran olduğumuz zaman, takdir ettiğimiz tuval üzerindeki fiziksel eserdir. Herhangi bir biyografisini okuduğunuzda, adamın kendisinin bir canavar olduğunu bilirsiniz.
Çoğunlukla takdir veya sanat anlayışını zorlaştıran bu uyumsuzluktur. Tuvalin arkasında, cinsel taciz, tecavüz ya da uygunsuzluk ile belirlenmiş bir hayat yatıyorsa, bir sanatçının eserini sevebilir misiniz? Bunlar, özellikle Tate Liverpool ve RA’daki Schiele veya Tate Britain’deki Picasso gibi yakın gelecek sergiler ışığında, kendimize sormamız gereken sorular. Bunlar önemli ve zor sorular -son dönem Balthus tartışmalarında en iyi şekilde gözlemleniyor- ancak sonuçta bunların herhangi birinin cevabı, sanat eserlerinin kaldırılmasında yatmıyor. Sanat tarihini silemezsiniz ve silmemelisiniz, ancak kesinlikle tarihin kendisini tekrar etmesini engelleyebiliriz.
Toplum, #MeToo hareketinin sonuçları etrafında şekillendiğinde, büyük ölçekli kurumların koleksiyonlarını, önemli eleştirel tartışmaları tekrar gözden geçirmenin bir yolu olarak kullanması için bir fırsat doğdu. Tartışmaların olması gerekir.
Bu metodolojik küratöryel yaklaşım, tamamen yeni olmasa da, tartışmalara devam etmektedir. 2015 yılında Rijksmuseum, kültürel olarak duyarsız resim isimlerini yeniden adlandırmaya karar verdi. Uygulamada, diğer pek çok yeniden adlandırma gibi, Simon Maris’in “Young Negro-Girl / Genç Negro Kız” isimli eseri “Young Girl Holding a Fan / Yelpaze Tutan Genç Kız” olarak değiştirildi. Bununla birlikte, eğitim ve kendini sorgulama için kullanılabilecek bazı eserler ise tamamen kaldırıdı.
Tam tersi bir örnek olarak ise, Chicago Sanat Enstitüsü tartışmaları ve eleştirileri görmezden gelerek, Gauguin’in hayatına ve eserlerine adanmış bir sergi düzenlemekte. Gauguin’in Tahiti kültürü üzerine voyöristik yaklaşımı, genç kadınları ten renklerine göre açıkça cinselleştirdiği eserleri ve sonrasında da bir çocuk gelinle evlenmesi sanat tarihinin karanlık halısının altına süpürülmesi gereken gerçekler değil. Bu, kaçırılmış bir fırsattı ve büyük kurumların geriye götürücü politikalarını ve bilinçli cehaletini hatırlatan bir örnek oldu.
Chuck Close gibi erkekler için fark, onun yaşayan bir sanatçı olması. Adına cinsel taciz davası açılan ve hesap vermesi gerek canlı bir sanatçı. Geçmişten öğrenilecek herhangi bir şey varsa, sanat tarihinde, kurumların yaşayan insanlara aynı platformu verme gereğini ortadan kaldırmasına yetecek kadar, zorba ve tacizci erkek olduğu.”