Küratörlüğünü Esra Özkan’ın üstlendiği “Metabilgi: Algoritma’nın Ritmi” başlıklı sergi için Levent Özruh, Özge Topçu ve Uğur Acil ile eserleri ve üretim süreçleri hakkında konuştuk.
Röportaj: Derya Kutsal
Levent Özruh
Metabilgi: Algoritma’nın Ritmi başlıklı sergide yer alan eserleriniz ile ilgili konuşmak istedik. Primitives 1 ve Primitives 2 isimli eserlerinizin üretim süreci hakkında bilgi verir misiniz?
İki eserin de fiziksel anlamda üretimi üç boyutlu basılmış kum ile yapılmaktadır. Bu, aslında otomotiv sektöründe yaygın olarak kullanılan bir üretim metodu olup mimariye tarafımız ve başka sayılı kişi tarafından entegre edilmektedir. Biz mimarinin fiziksel üretimine otomasyon tarafından bakan bir ofisiz o yuzden formsal anlamda avant-garde bir spektrumda olmaya çalışsak da arka planda her zaman üretim önceden düşünülmüş bir parametre olup tasarımın kendisini etkilemektedir.
Eserlerinizi bir seri şeklinde mi üretiyorsunuz, birbiriyle bağlantıları nedir?
Eserler kendi içerisinde bir seri. Yani [1] bir seri [2] başka bir seri. [1] ile [2] aslında tasarım anlayışı anlamında birbirinin zıttı ama buna da bir bağlantı diyebiliriz. [1] bir bütünde ne yapılabileceğine bakarken [2] kendini hali hazırda bütün olarak gören parçalardan oluşan bir sistem; bütünlerle oluşturulan bütünler gibi özetleyebiliriz. Tabi ikisini daha basit anlamda birbirine bağlayan şey malzeme ve üretim teknikleri.
Eğitim hayatınızı incelediğimizde üretimlerinizi yaratan süreçlerin birbiriyle bağlantılı olduğunu gördük. Mimarlık eğitiminizin ardından mimaride hesaplamalı tasarımın kullanımına ilişkin tecrübeleriniz olmuş. Bu deneyimlerinizi paylaşır mısınız?
Ben eğitimime Edinburgh Üniversitesi’nde başladım. Bu eğitim daha geleneksel kaçmakla beraber son iki senemde hesaplamalı tasarıma odaklanabileceğim stüdyolar seçme fırsatım oldu. Ancak bu noktada okul bu konuda çok güçlü olmadığı için iştahım bazı noktalarda yetersiz kaldı. Asil olarak Coop Himmelblau, Carlo Ratti ve MIT Senseable gibi yerlerde çalışınca hesaplamalı tasarımın profesyonel ortamda nasıl kullanıldığına şahit olma fırsatım oldu. Bartlett UCL’de iki sene boyunca hesaplamalı tasarım stüdyosu olan Unit 20’de okudum ve bu bildiğim her şeyi unutturup sıfırdan bir vizyonla başlattı beni. O ana kadar bildiğim her şeyin ne kadar süresi dolmuş olduğunu görmekle beraber inanılmaz bir deneysellik kattı. Bunlardan en önemlisi bireysel noktada düşünerek değil, yaparak keşfetmeyi öğretmesi oldu. Bu iki senenin sonunda amacım bu öğrendiğim metod ve düşünce tarzlarını gerçek hayata geçirebileceğim bir iş yapmak oldu ve bu yüzden OZRUH’u kurdum. Mezun olduktan sonra iki sene stüdyo yürütücülüğü yapmam da kafamda ham olan bazı fikirleri geliştirmeme sebep oldu diyebiliriz.
Sizce eserleriniz izleyicide karşılık buluyor mu? Nasıl geri dönüşler alıyorsunuz?
Seyirci önemli bir parametre olmakla beraber, bizim en çok önemsediğimiz şey orijinallik ve yaptığımız şeyin yeni olması. Şu ana kadar birebir şahit olduğumuz seyircide eserlerin karşılık bulduğunu düşünüyorum. Bir örnek geçen sene katıldığımız London Design Festival’de PRIMITIVES [2] ye olan ilgi olabilir, bütün festival boyunca daimi olarak sıra oldu ve çok farklı kesimlerden insanla tanışıp sohbet ettik, sorularını cevapladık ve aynı zamanda not aldık. Buna ek olarak İstanbul’daki sergide de çok ilginç ve daha önce düşünmediğimiz açılardan sorular yöneltildi konuştuğum insanlar tarafından. Biz bu noktada hala deneysellige önem veren bir ofisiz, “mainstream” in de katkılarını takdir etmekle beraber bunu bir çıkış noktası değil bazı projelerimizin zaman içinde rafineleşerek organik bir şekilde gerçekleştireceği bir varış noktası olarak görüyoruz.
Özge Topçu
Sanatınızı şekillendiren dönemeçlerden bahseder misiniz ? Sizi üretmeye iten motivasyonlar nelerdir?
İçinde bulunduğumuz dünyanın hızlı değişimi, inançlar, eğilimlerdeki ve teknolojideki değişimler beni üretmeye iten motivasyonlar. ‘Bilgi’ den besleniyorum ve öğrendikçe ilham geliyor diyebilirim. Bunun yanında İngilizce’ de ‘unlearning’ olarak geçen, Türkçe karşılığına henüz rastlamadığım kavramın da her an hayatımın içinde. Bu unlearning, farklı coğrafyalar ve kültürler içinde yer değiştirirken, önceki doğrularınızın yok olması anlamına geliyor ve unlearning olmadığı sürece ne yeni bilgi öğrenmeniz mümkün, ne de önyargınızı kırmanız. Hatta pozitif bilimlerde de önceki bilginin yanlışlanmasıyla hemen uygulamanız gereken bir yöntem.
Sanatımı şekillendiren dönemeçlerden bahsedecek olursak da, 10 sene öncesinde İstanbul’da mutenalaştırma projeleri, Berlin’ e sonra da Lizbon’ a taşınmamla birlikte gelen Doğu Batı ayrılığı ve bunun sanatımda katılımcı sanattan ziyade daha daha soyut, matematik ve geometriyi içine alan bir yönelime dönmüş olmam, Kovidle birlikte gelen kapanmaların zorladığı dijital sanat, yapay zekanın ve merkeziyetsiz web3 evreninin yarattığı alternatif gerçeklik ortamı olarak sayabilirim
Metabilgi: Algoritma’nın Ritmi başlıklı sergide yer alan eserinizin hikayesini varsa diğer eserlerinizle olan bağlantısını sizden dinlemek isteriz.
Mis-Predicted Panorama adından da anlaşılacağı üzere yanlış tahmin edilmiş panoramaları hayal ediyor. Bilenlerin tahmin edeceği üzere, 2020 yılında tamamladığım enstalasyonum ‘Terrenean’ ı anımsatıyor fakat bunda mekan şartı yok ve ‘Yarımadalı’ adlı yerleştirmemde İstanbul’un zanaatkarlarının katkısıyla oluşturduğum, bina görünümlü günlük ahşap nesneler, ‘The Presence’ da Çin pazarından topladığım plastik kap kacaklar, ‘Nature Morte’ adlı yapıtımda modernizmin simge binalarının antikleşiği objeler düşünüldüğünde, her günkü gördüğümüz nesneleri farklı bir fonksiyonda kullanarak, ilk etapda anlaşılmayan objeleri yakına gelindiğinde görüyor oluyoruz. Bu çalışmada da yapay zekaya kendi tekniğimi öğrettiğimi söyleyebiliriz.
Yapay zekadan beklenen kusursuzluğun Mis-Predicted Panorama’da ironik bir biçimde ters yüz olduğunu görüyoruz. Bu tezatlığı biraz açar mısınız?
Yapay zeka, ‘örüntü tanıma’ bilişsel özelliğiyle insan zihnindeki gibi, görsel nesneleri birbirine benzeyen yönlerini keşfedip benzemeyen yönlerini ayırarak küçük verilerden, üst düzey bilgiyi oluşturan bir yargılar şeması oluşturuyor. Bu mesela bir insanda da görsel zekasına göre değişebilen bir durum, görsel zekası daha kuvvetli olan kişiler, aleni olandan çok daha fazla veriyi algılayıp değerlendirebiliyor, yapay zeka da veri işleme tekniği geliştirdikçe gerçeğe en uygun tahminleri yapıp görselleri oluşturuyor. Eksik veriler olduğunda da oluşturduğu önyargılar şemasını kullanıyor (BIAS).
Ben yapıtlarımda bu eksik verilerle algılarımızın nasıl şekillendirilebileceği ihtimali üzerine senaryolar oluşturuyorum. Gordüğümüzü ve bildiğimizi sandığımız şeyin aslında çok daha farklı olabilme ihtimaline dair bir vurgu bu. Tahmin edemeyeceğimiz kadar önyargımız var ve biz bu eksiklikle inşa ettiğimiz şeylerin gerçeklik olduğunu veya bir doğru oluşturduğunu savunabiliyoruz. Bu yanılgılar üzerine gidilebilindiğinde, herkes kendine bakıp farkındalık sahibi olabilir, çok daha gelişmiş bir insanoğluna ve yarattığı uygarlığa tanıklık edebilir. Fakat gidişat bunun tersi gibi gözüküyor, biz Post-truth döneminde yanlış ve eksikliklerden oluşan bir uygarlığa doğru gidiyoruz, aşı karşıtlığından düz dünya teorisine ve dünya siyasetine kadar örneklerine bakmak mümkün. Yapay zekaya da bunu temsil etmek düşüyor.
Apofenik örüntüler izleyicide karşılığını buluyor mu ? Nasıl geri dönüşler alıyorsunuz?
Gayet buluyor. İzleyiciler sandığı görüntünün ve yapıların aslında başka başka nesneler olduğunu farkettiğinde önce kendine şaşırıyor, daha sonra da bunu yapıtın başarısına yöneltiyor. Zannederim ki yapıt, pratiğimin temelinde yer alan ‘kavrama anı’nı’ yaşatabildi. Bunun yanında yapıtın gerçek seramik objelerden yapıldığını düşünenler de var ki haklı sayılırlar, çünkü yapay zekanın gerçeği taklit etme başarısı günden güne artıyor. Yapıtta kendi çalışmalarımdan hiç bir gerçek görseli ‘girdi’ olarak kullanmadım. Yapay zeka bunu benim öğretme biçimimle benim gibi üretmeye başladı. Bunun yanında yapay zekanın kanımca kendi kendine oluşturduğu, sanat tarihindeki herhangi bir akım gibi bir estetiği de var, yapıtımda bu estetiği de kırarak izleyiciyi şaşırttığımı düşünüyorum.
Uğur Acil
Sanat yaşamınızı besleyen etkenlerden bahseder misiniz ? Sizi üretmeye iten motivasyonlarınız nelerdir ?
Beni harekete geçiren etkenler arasında sokakta geçirdiğim zaman ve altkültüre yakınlığım. Hikayeleri çeşitli sembollere dönüştürüyorum. Bazı zamanlar bilinen hikayeleri, bazen de hiç yaşanmamış olasılıkları bir araya getirerek farklı senaryolar oluşturuyorum. Karşıt duruş sergilemek yerine, her türlü olasılığa açık bir ortamda üretim yapmak beni besliyor.
Üretim motivasyonum bir hikayeye başladığımda, o hikayeyi anlatacak araçları araştırmaya başlamamla ortaya çıkıyor. Yeni malzemeler veya dijital araçlar keşfettikçe, hikaye malzeme ve dijital araçlar değiştikçe kendi formunu arıyor ve bu arayış her alanda kendini dönüştürüyor.
Metabilgi: Algoritma’nın Ritmi başlıklı sergide yer alan AR destekli sanat eseriniz olan Çöl Gülü’nün hikayesi nedir? Sizden dinlemek isteriz.
Çöl Gülü hikayesinde karakteri bir deve olarak yorumladım. Deve, zamansız ve tanımlanamayan bir evrende tek gözüyle açık olarak bulunur. Etrafında uçuşan başka canlılar ve arkasından takip eden başka bir karakter vardır. Bu karakter, sembolik bir kapıdan geçerek sarı bir sıvı içinde devenin yanına ve onunla konuşmaya gelir. Devenin dünyasında su bulunur ve deve aslında suya ulaşmayı arzular. Su, onun için bir kaynak ve yaşam belirtisidir. Devenin etrafında, ayaklarının altında yetişen ve daha küçük canlılar da vardır.
Bildiğimiz canlıların, benim evrenime geldiklerinde formu, anatomisi ve varoluşu dönüşür ve tanımlanamayacak ama aynı zamanda tanıdık bir şekil arayışına girerler.
AR desteğiyle, Çöl Gülü eserinin izleyicilerle etkileşime geçmesini sağlıyorum ve fiziksel dünyadan elde ettiğim sembollerin dijital dünyada tekrar fiziksel forma dönüşümünü gözlemliyorum.
Eserinizde sembolik anlatımlar kullandığınızı görüyoruz. Farklı üretimlerinizde de sembolik ve imgesel anlatımlar üzerinden mi yol alıyorsunuz?
Mitolojik ve kutsal hikayelerdeki karakterler, zamansız bir evrende yer alır ve ölümsüzlük, doğanın güçleri gibi sembolik özelliklerle donatılırlar. Bu zamansızlık, izleyicilere geçmiş ve geleceğin bir arada olduğu evrenlere açılan bir pencere sunarak sembolik anlatımları destekler.
Zamansız karakterlerin sembolik anlatım ve kullanımı, izleyicilerin hikayenin derinliklerine ve sembollerin gücüne daha iyi bir şekilde dalmasını sağlar.
Kullandığım formlar bazen tanıdık hayvanlara benzer şekiller alırken, bazen de anatomisi olmayan canlılara dönüşerek basit ama aynı zamanda hiç var olmayan formlara dönüşür ve kendi evrenimi oluştururum.
Eserleriniz izleyiciler üzerinde nasıl bir etki yaratıyor?
Renkli ama soyut anlatımlarla oluşturduğum dünyalar, izleyicilerde sempatik ve tanıdık bir karşılık buluyor.