İstanbul Resim ve Heykel Müzesi geçtiğimiz günlerde çok konuşulacak bir serginin açılışını gerçekleştirdi. Küratörlüğünü Dr. Öğr. Üyesi Ali Kayaalp’in yaptığı “Ar+ı 700” sergisi Lale ve Cengiz Akıncı’nın koleksiyonlarını müzeye bağışlamasıyla gerçekleşti. Sizler için bu nadide koleksiyonun İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’ne bağışlanma süreci ve küratöryel süreç hakkında merak ettiklerimizi küratör Ali Kayaalp’e sorduk.
Röportaj: Derya Kutsal
-Öncelikle böyle bir koleksiyonu İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’ne kazandırdığınız için hem size hem müze ekibine teşekkür ediyoruz. Merak ettiğimiz konu bu hikâyenin nasıl başladığı? Süreç hakkında bilgi alabilir miyiz?
-Öncelikle bu bağışın mimarları olan Lale-Cengiz Akıncı çiftine ve Rektörümüz Prof. Dr. Handan İnci’ye teşekkür etmeliyiz. Müze müdürümüz Hasan Karakaya’nın başında olduğu müze ekibine ve Akıncı çiftinin sanat danışmanı Doç. Dr. Ebru Nalan Sülün’e de teşekkür borçluyuz. Müze ekibinde MSGSÜ’nün farklı bölümlerinden öğrencilerimiz var, her sergide emek veriyorlar (hatta geçen sene sen de onlardandın Derya). Onları da unutmayalım. Neticede bu sergi bir ortak çalışmaydı. Hikâyenin başlangıcı ressamımız Naile Akıncı’nın oğlu olan Cengiz Akıncı’nın, genç yaşında sanat eseri toplama merakına uzanıyor. 1980’lerin başlarında, kendisi gibi avukat olan Lale Aldıkaçtı ile evliliklerinin ardından koleksiyonu birlikte geliştirmişler. Cengiz Bey, sanat hukuku alanında çalışan çok deneyimli bir avukattır ve Müze’nin hukuk danışmanlığını yürütmüştür. Akıncı çiftinin Müze’yle gönül bağı var. Bu koleksiyonu Müze’ye bağışlamalarının sebebi Müze’ye güvenmeleriydi. Koleksiyon, her bakımdan modern bir koleksiyon; bu müze de Türkiye’nin modern sanat müzesi. Nihayet koleksiyon yerini bulmuş durumda.
-Koleksiyonu ilk gördüğünüzde neler hissettiniz? Bu kadar değerli eserleri göreceğinizi tahmin ediyor muydunuz?
-Koleksiyonu parçalar halinde gördüm. Önce Akıncı çiftinin evine gittik. Evdeki resimleri gördüğümde heyecanlanmıştım, peyzajların bolluğu ve güzelliği şaşırtıcıydı. Salonda Hale Asaf’ın Bursa’dan çalıştığı peyzaj vardı, Karaşeyh Camii. O resim, Burcu Pelvanoğlu’nun Hale Asaf kitabında da vardır. Neş’e Erdok’un küçük kız portresi, sonra Muhsin Kut, Abidin Elderoğlu, Naile Akıncı’nın hiç bilmediğim resimleri… Sonra depodaki resimleri görmeye gidildi. Akıncı çiftinin koleksiyonlarına verdiği önemi bir daha gördüm: iyi bir raf sistemi kurmuşlar. Nereye elimizi atsak resim çıkıyordu: Şükriye Dikmen, Abdurrahman Öztoprak, Selim Turan… Bunlar ilk anda aklıma gelenler. Ayrıca zengin bir seramik koleksiyonu vardı. Bu, bilinçli koleksiyonerliğin eseri.
-700 eserlik bir koleksiyon bağışlandı. Sergide ise 163 adet eseri görüyoruz. Kürasyon
yaparken nelere dikkat ettiniz? Koleksiyonda ağırlıklı olarak hangi türde eserler
bulunuyor?
-Koleksiyon kendi hikâyesini anlatıyor. Belirgin bir teması var, odağını hemen belli eden bir dönem vurgusu var. Halil Paşa’nın 1880’lerin başından kalma nü deseni de var, Mert Özgen’in 2022’de icra ettiği bir resmi de var. Ama ağırlık, Türk resminin ‘modern’ evresinde: Müstakiller ve d Grubu ressamlarının önemli bir yeri var koleksiyonda. Almanya’ya gidip orada modern resmi öğrenen Zeki Kocamemi ve Ali Çelebi için Zühtü Müritoğlu, “biz modern sanatı onlardan öğrendik, Akademi’ye onlar getirdi” der anı kitabında. Her ikisi de bu koleksiyonda temsil ediliyorlar. Fransa’da André Lhôte’un talebesi olan ressamların da belirgin bir mevcudiyeti var. Onların öğrencilerini de unutmayalım: Naile Akıncı ve onun dönem arkadaşları: Avni Arbaş, Tiraje, Fethi Kayaalp, Neşet Günal, Nedim Günsür. Hakkında daha fazla araştırma yapılması gereken Şükriye Dikmen… Akademi dışından sanatçılar da
var, ancak ağırlık Akademililerde. Az bilinenler var, mesela Celal Tutant’ı bugün hatırlayan azdır ama iyi ressamdı. Sergide peyzajlar ağırlıkta ancak zengin bir natürmort birikimi de var; zaten egemen olan iki tema bunlar. Fakat figür ve portre seksiyonu da güçlü: Şükriye Dikmen, Selim Turan, Fahrettin Arkunlar, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Hakkı Anlı, Neş’e Erdok, Nuri İyem… Bence en çarpıcı parçalar soyut duvarında, en sevdiğim seksiyon burasıydı.
Abdurrahman Öztoprak, Remzi Raşa, Abidin Elderoğlu, Lütfü Günay, Selim Turan, Tiraje, Utku Varlık… “Keşke soyut tavrı hiç bırakmasaydı” dedirtecek bir çalışmasıyla Nuri İyem. Bir duvarımızı da tuval resmi dışındaki tekniklere tahsis ettik: desen, sulu boya, baskı resim çeşitleri burada toplandı. Léopold Lévy’nin çok sayıda eseri var. 1940’larda Gravür Atölyesi’nde onun gayretli öğrencilerinden olan ve 1960’larda aynı atölyeye öğretim üyesi
atanan Fethi Kayaalp’in 2004’te, 81 yaşında çalıştığı kalkan balığı konulu büyük gravürü de burada, hatta ilk edisyonu Cengiz Bey satın almış. Özer Kabaş, Mustafa Aslıer, Nevzat Akoral, Aliye Berger… Akademi’den ve Akademi dışından, baskı resmin farklı eğilimlerini temsil eden isimler burada toplandı. Celal Esad Arseven’in bir sulu boyasını da burada görebilirsiniz, Halil Paşa’nın yukarıda bahsettiğim desenini de. Sürprizli bir sergi bu. Bu
kadar çok resim içeren bir örüntüden anlamlı bir sergi çıkarmak açıkçası kolay olmadı. Resimleri birbirine bağlayan temalar ve arkada akıp gidecek hakiki bir hikâyeyi birleştirmek her zaman beklenildiği kadar iyi sonuçlar vermez. Zorlandığımız anlar oldu fakat iyi bir ekip çalışmasının çözemeyeceği zorluk yoktur.
-Müzelerin birçoğu koleksiyonunu sergileyecek alan bulamadıkları için dönemsel olarak eserleri sergilemeyi tercih ediyor. 700 eseri kademeli olarak geçici sergi salonunda görebilecek miyiz?
-İRHM’nin envanterinde kayıtlı eser sayısı 12.000’i buluyor. Müze’nin depo gibi kullanıldığı dönemlerde envanter şiştikçe şişmiş. Her eseri sergilemek imkânsız ama bu kaynaktan çıkacak iyi seçkiler, müzenin izleyiciye sunacağı nitelikli sergileri oluşturabilir. Geçici sergi alanımız böylesi süreli sergilere uygun. Burada geçen sene Özdemir Altan’ın resimlerinden “Hitam” sergisi yapıldı, gelecekte de ilgi çekecek sergileri barındıracaktır. Şimdilik, seneye
yeni bir sergi göreceğinizi söylemekle yetineyim: Akıncı Koleksiyonu’ndaki cam ve seramik işlerle heykellerden meydana gelecek.
-Bu koleksiyonun bağışlanmasıyla koleksiyoner ve koleksiyonu arasındaki bağlantıyı da tekrar düşünme fırsatım oldu. Birçok koleksiyonerin eserlerini görme fırsatımız ne yazık ki yok. Sizce bu durum nasıl çözüme kavuşabilir. Bu sergi diğer koleksiyonerlere de ilham olur mu?
-Pek çok iyi koleksiyon var. Pek çok iyi olmayan koleksiyon var. Öyle koleksiyonlar var ki bunlar kamuya açılsa gördüklerimizden hoşlanmayabiliriz. Bize kitsch gelecek işler o koleksiyonun odak noktası olabilir. Öyle koleksiyonlar vardır ki, oluşturan kişi sanat tarihçisi gibi çalışır. Sadece sanat nesnesinin değil, onunla ilgili bilginin de peşinde koşar. Onunla ilgili fotoğraf, efemera ve başka obje toplar. Toplama hevesinde bir yöntem vardır. O birikimin etrafında bir hikâye inşa eder. Sanat nesnesi hayli kamusal bir nesnedir ama koleksiyonculuğun mülkiyetle olan ilişkisinden ötürü, inşa edilen bu hikâye kişiseldir. Şahsen benim görmek istediklerim böylesi koleksiyonlar, onların oluşma süreci ilgimi çeker. Onun sergisi de yapılır, kitabı da hazırlanır. Lale-Cengiz Akıncı Koleksiyonu bu tip iyi koleksiyonlara iyi bir örnek.