Bu yıl, İstanbul’daki ikinci solo sergisinin hazırlıklarını sürdüren Los Angeleslı sanatçı, tek bir fotoğrafında onlarca hikayeye ve hisse sesleniyor. Sizleri bazen karanlık, bazense masalsı eserlerin yaratıcısı Ryan Schude ile yaptığımız sohbete davet ediyoruz.
Röportaj: Çisem Danacı / Fotoğraf:
Amerika dışında, Fransa, Türkiye, Bulgaristan gibi pek çok ülkede sergiler gerçekleştirmektesiniz. Sanatınızı ve eserlerinizi fiziksel olarak dünyanın dört bir yanına taşımak ve farklı kültürlerle etkileşime geçmesini sağlamak nasıl bir duygu?
Bu yıl, İstanbul’daki ikinci solo sergimi, X-ist Gallery’de gerçekleştireceğim. 2014 yılındaki ilk sergim için de, Milliyet Sanat, Kein Mag ve Istanbul Art News’a röportajlar verdim. Türkiye’den gördüğüm desteğin boyutu, beni her seferinde şaşırtarak mutlu ediyor. Bu işin, ABD dışında nasıl ilerleyip duyulacağını asla tahmin edemezdim. Ancak bu karşılamalar ve geri dönüşler, aramızdaki 11.000 kilometrelik mesafenin sandığımız kadar büyük bir sınır olmadığının pozitif bir kanıtı.
Son serginiz, bu yılın Kasım ayında İstanbul’daki X-ist Galeri’de gerçekleşecek. Nasıl bir sergi olacak bu, ne tarz işlerle katılacaksınız?
2014 yılında, sahnesel olarak kurgulanmış diğer fotoğrafların yanı sıra, aynı stille yaratılmış ve ”aile” kavramı üzerine 5 yeni görsel sunmuştum. Bu yıl, ”aile” konseptine devam ederek, hem geniş tablo formatında, hem de yakın plan portrelerde, birden fazla aileyi yansıtacağız.
”Tableaux Vivants” seriniz isminin hakkını veriyor; gerçekten ”yaşayan tablolar” bunlar. Her birinde farklı hayatların, farklı anları yakalanmış. Peki nereden alıyor bu resimler hikayelerini?
Her fotoğrafın, kendine ait bir doğuş hikayesi var. Aile projesinin, diğer çalışmalarımdan farklı olarak, bir parça belgesel ilişkisi var. Bir aileyle tanıştıktan sonra onlarla konuşuruz ve içine hikaye de katarak, o aileyi en uygun nasıl yansıtabileceğimizi tartışırız. Genellikle ilk kararlaştırılan detay; hikayenin gelişebileceği bir mekan olur. Fotoğrafın başlangıç motivasyonuna ilham veren tabloların mekanlarına benzer bir durumdur. Böylece hikaye, bu özel mekan ve zaman çevresinde gelişir.
Fotoğraflarınızın pek çoğunda büyük prodüksiyonlar görüyoruz. Kalabalık bir ekiple mi çalışıyorsunuz?
Fotoğraftan fotoğrafa oldukça değişiyor. Reklam temelli çalışmaların bir kısmında, 70 oyuncu ve 40 ekip üyesine kadar artabiliyoruz. Aynı prodüksiyon seviyesinde olan kişisel projelerimde ise tek başıma çalışıyorum. Bireysel zaman koşulları ve bütçe, bunu belirlemeye yardımcı oluyor. Çoğu zaman kapalık ekip oldukça yardımcıdır ve tercih edilir, ancak her zaman gerekli değildir. Şunu söyleyebilirim ki; en sevdiğim sonuçların bir kısmı, tek başıma çalışma özgürlüğüne sahip olduğum işler, yalnızca daha çok koşturmam gerekiyor.
Birden fazla modelle çalıştığınız fotoğraflarınızda, odaklanılması gereken birçok olay ve hikaye yerleştiriyorsunuz. Bu karmaşık ama eğlenceli sahneler nasıl kurgulanıyor? Neden odak noktasını tek bir merkezde toplamak yerine, fotoğrafın bütününe dağıtmayı tercih ediyorsunuz?
Dediğim gibi, mekan neredeyse her zaman, insanların nerede duracağını ve ne yapacaklarını belirliyor. Daha çok tek bir karakter olur. Onun dürtüsüyle, bütün sahne ve geriye kalan aksiyonlar ana hikayeyi destekleyecek şekilde, onun çevresine yerleştirilir. Tabii bu durum fotoğraftan fotoğrafa değişkenlik gösteriyor. Bir karakterin nasıl ve neden yaratıldığını, spesifik fotoğraflar üzerinden açıklamak daha kolaydır.
”Them & Theirs” serinizden bahsedebilir misiniz? Gördüğümüz kadarıyla, serinin isminde geçen ”Onlar ve Onların”dan kastettiğiniz ”insanlar ve arabaları”. Bu proje fikri nasıl ortaya çıktı ve nasıl gelişti?
Bu serinin ilk portrelerine, San Francisco’daki Sanat Enstitüsü’ndeyken, 2001 yılında başlandı. İnsanların arabalarına, basitçe arabalarının yanında duracakları projenin konseptini açıklayan, katılıp isteyip istemediklerini sorduğum notlar bıraktım. Daha öyküsel bir stil geliştirdikten sonra, portreleri olabildiğince hikayeyle birleştirdim. Ancak bu durum modellere, mekana ve diğer değişkenlere bağlıydı ve sonunda yine basit portre formatıyla sonuçlandı.
Kişisel çalışmalarınız da iki seriden oluşuyor: insanlar ve araçlar. Neden özellikle bu iki konuya odaklanmayı tercih ettiniz? İnsanları ve araçları birbirine benzetir misiniz?
İnternet sitemdeki galeride, bu iki kategoriyi birbirine bağlama gibi bir niyetim yok. Bunlar yalnızca, en çok fotoğrafını çektiğim iki farklı konu. Sanırım tesadüfen, birbirlerini başarılı bir şekilde destekleyerek, ”Them & Theirs” serisinde bir araya geldiler. Ancak ayrı ayrı çekim yapıldığında, yaklaşım çok daha kolay oluyor.
Portrelerden oluşan bir seriniz de bulunmakta. Serideki her fotoğraf birbirinden tamamen farklı. Portrelerdeki modelleri tanımıyoruz, hikayelerini bilmiyoruz. Ancak mise-en-scène ve modeller öyle bir şekilde yerleştirilmiş ki fotoğrafa baktığımız anda, o insanın hayatına tam ortadan giriyor gibiyiz. Bunu nasıl başardınız?
Aslında oradaki portrelerin çoğu, basitçe ”Tableaux Vivants” serisine benzer bir yaklaşımla yaratıldı. Bir iki istisna var ki, ayrı bir portre bölümü oluşturulmasını onlar sağladı. O fotoğraflarda, aynı şekilde sahnelenmiş, hikaye stili ve sıklıkla mekan kullanımı veya konsepti kavramayı sağlayan özne vasıtasıyla, bir hikaye anlatma teşebbüsü vardı. Yine de orijinal motivasyon hangi öğeden sağlanırsa sağlansın; fotoğraflar pre prodüksiyondan, son çekimlere kadar birbirlerini etkilemeye devam eder.
Çektiğiniz fotoğraflardan üçünün (”Annie McCain Engman and her 1967 Buick Skylark”, ”Garnett Cornelison and his 1967 ChevyImpala”, ”Promised Land”), ”Them & Theirs-1”, ”Them & Theirs-2” ve ”Promised Land” isimleriyle kısa filmlerini yapmışsınız. Fotoğraflardan mı filmler doğdu, yoksa filmlerden mi fotoğraflar? Sizi, bu üç fotoğrafın filmini çekmeye iten neydi?
”Them & Theirs” projesinin filmleri, fotoğrafların uzantıları olarak gelişti. Fotoğrafların, kısa filme dönüştürmeye yetecek hikayesel alt yapıya sahip olması ana motivasyondu. Proje geliştikçe, hem fotoğraf hem de filmi bir arada devam ettirmeyi umuyorum. Ancak ”Promised Land” biraz daha farklıydı çünkü orada asıl amaç filmi çekmekti. Ancak sonucunda, üretimi göz önünde bulundurduğumuzda benzer süreçler izledi ve benim için hem hareketli görüntü hem de fotoğraf eş değere sahipti.