Yağmur, İstanbul trafiği, iş çıkışı cuma akşamı, Karaköy’ün ışıksız sokakları… Murat Mahmutyazıcıoğlu’nun yazıp Sami Berat Marçalı yönettiği “Fü”nün iki oyuncusu Deniz Türkali ve Serra Yılmaz’la buluşabilmek için İstanbul’un tüm oyunlarını alt etmek gerekti. Fakat buna değeceğini biliyordum. Nihayetinde oyuna yalnızca bir saat kalmışken “İkinci Kat Tiyatro”sunun kulisinde bir araya gelebildik. Hazırlanırken yakaladım bu deli dolu ikiliyi. Bir yandan sahne için makyajlarını yaptılar bir yandan sorularıma cevap verdiler. Oyun için hazırlanan diğer oyuncular, son ayarları yapılan oyunun müziklerinin kulise kadar taşması, pür telaş son dakikalar… Klasik bir söyleşi olmayacağını tahmin ediyordum. Fakat bu kadarını beklemiyordum. Serra Yılmaz ve Deniz Türkali ikilisinin enerjileri ve muziplikleriyle birlikte… Sahne arkası büyüsünün sızdığı, kendine özgü bir söyleşiye buyrun…
Röportaj & Fotoğraf: Özlem ŞAN
Öncelikle tiyatroya başlamanızdan ve oyunculuk serüveninizden bahseder misiniz?
Deniz Türkali: Bu soru için yaşımız biraz büyük artık. Bilmeyen hiç öğrenmesin, boş ver.
Serra Yılmaz: Bilmeyen bilmediğiyle kalsın.
Tüm kariyerinizi tarttığınızda sanat çizginizde, oyunculuğunuzda değişimler, farklılaşmalar görüyor musunuz?
D.T: Tabi ki. Daha yetkin olmaya çalışıyorum. Daha fazla çalışıp daha iyi oyuncu olmaya çalışıyorum. Başından beri zaten bir oyuncunun hedefi nedir? Her zaman biraz daha gelişmek, biraz daha öğrenmek, yeni akımları takip edip, yeni oyunculuk tarzlarını tanımak ve çalışmak.
S.Y: Aferin sana yavrum!
D.T: Sen yapmıyor musun öyle şeyler, terbiyesiz!
S.Y: Asla yapmam! (Gülüşmeler) Valla Deniz’in söylediği gibi… Bunun dışında bir cevap olabileceğini pek fazla zannetmiyorum. Netice itibariyle, hepimiz daha iyi olmaya çalışıyoruz. Yaptığımız her işte… Bir tek oyunculukta değil. Ama oyunculukta olan, tabii önemli. Ben de geçmişe oranla oyunculuğumun daha geliştiğini umuyorum. Bu bir umut çünkü hepimizin bu tür yanılsamaları var hayatta.
D.T: Bütün mesele yetinmemek! Yani ‘ben oldum’ dememek!
(Bir ağızdan ikisi de): Oyunculuk ‘olunan’ bir meslek değil!
D.T: Her dakika öğrenci kalıyorsun. En güzel, en keyifli yanı da bu hayatın.
S.Y: Profesör oldum, doktor oldum, bu iş bitti diye bir şey yok. İşte bak her tarafımı bulaştırdım. (Makyaj malzemesini kastediyor.) Bir de şöyle bir şey var; Profesör ya da doktor da olup bitmiyor. Sürekli literatürü takip etmek zorunda. Hele şu dönemde gün geçmiyor ki, yepyeni teknikler ortaya çıksın. Mesela size bir ameliyat anlatılıyor. İki yıl sonra o ameliyat tamamen değişiyor. Altı ayda bir bile, yepyeni ilaçlar, yepyeni tedaviler, yepyeni cerrahi yöntemler çıkıyor ortaya. Dolayısıyla çağımız artık böyle!
D.T: Öğrenci kalmak bu çağ!
S.Y: Öğrenci kalmak çok önemli. Hiçbir zaman oldum bittim, tamam, artık ben bir oyuncuyum denmemeli.
D.T: Bir de yetinmemek tabii! Aman ne kadar iyi oynadım dememek, her zaman daha iyisini oynayacak birinin olduğunu unutmamak ve kendi kendini şaşırtmak çok önemli.
İlk kez birlikte sahne aldığınız “Fü”den bahsedelim. Nasıl bir süreçti?
S.Y: Deniz çok prova seviyor ben sevmiyorum. Onun için boğuşarak geçti.
D.T: Gırtlak gırtlağa geçti. Benim için oyunculuğun en keyifli kısmı prova. O süreci çok seviyorum. Serra da çıkıp oynamayı seviyor.
S.Y: Ben seyirci istiyorum. Seyirci yokken niye oynayayım?
D.T: Seyirci provaya girebilir. Prova süreci gizlidir diye düşünmüyorum.
S.Y: Ben seyircinin nefesini duymazsam oynamam!
D.T: Ukala! (Gülüşmeler) Bense prova delisiyim. Onun için gırtlak gırtlağa oynadık.
“Fü” iki yalnız kadının hikayesi bir yandan da… Sizce yalnızlıkla nasıl baş ediyor bu karakterler?
D.T: Aslında onlar yalnız değiller. Aksine birbirine çok bağlı iki kız kardeş. Yani hem somut koşullar bağlamış onları hem de duygusal olarak çok bağlılar birbirine. Fü’nün o kuyruk havada gezdiğine bakma. Sonunda zaten façayı veriyor. Öyle yalnızlıkları yok. Birbirine sarılmış iki kız kardeş. Ben öyle düşünüyorum. Serra da mecburen öyle düşünecek. Hele bir öyle düşünmesin… (Gülüşmeler) Ne var?
S.Y: Bakıyorum nelerin var diye… (Deniz Türkali’nin önündeki makyaj malzemelerine bakıyor.)
D.T: Çok karışık! (Gülüşmeler)
(Serra Yılmaz’a) Karakteriniz “Mü”… “Fü”ye göre daha ayakları yere basan, çalışıp didinen, hayata daha sıkı tutunmuş biri. “Mü” ve Serra Yılmaz anlaşırlar mıydı? Yoksa çatıştığınız noktalar var mı?
S.Y: Valla, Serra Yılmaz bir süre “Mü” gibiydi …
D.T: Ya kendi kendine Serra Yılmaz demesene, deli mi ne! Serra Yılmaz diyor kendine… (Gülüşmeler)
S.Y: Ne diyeceğim?
D.T: Ben!
S.Y: Şekerim, ben kraliyet ailesindenim.
D.T: Aaa manyak ayol! (Gülüşmeler)
S.Y: Serra Yılmaz…
D.T: Ben de bundan sonra kendi kendime Deniz Türkali diyeceğim (Gülüşmeler) Hoş aynaya bakıp bu tombullukla kendime hiçbir şey demek gelmiyor içimden. Eee Serra Yılmaz ne diyor? (Gülüşmeler)
S.Y: Serra Yılmaz bir dönem Mü’ye benziyor olabilirdi.
D.T: Hangi dönem Serra? Bundan önceki yaşamda… (Gülüşmeler)
S.Y: Prensle evlenmeden önce… Yok yani çok benzemiyor. Neden? Çocuğumla ilişkim çok farklı, hayata bakışım çok farklı, Mü farklı bir karakter. Belki ayağının yere basması evet. Benim de ayağımın küçük parmağı yere değer. (Gülüşmeler)
D.T: O kadar ama!
S.Y: O kadar mo kadar…
D.T: Daha fazla benzeyemem diyorsun…
S.Y: Ama o kadarı da önemli! O kadar Başaklık olsun. Ama Başak üstü Kovayım.
D.T: Onun için bu kadar tatlı!
S.Y: Üstelik Venüsüm Akrep… (Gülüşmeler) Zaten şimdi röportajdan sonra diyecek, bunlar zırdeli.
D.T: Bence röportajı bitirmesine gerek yok. Anladı bizi.
(Deniz Türkali) Ya deli dolu “Fü” ile Deniz Türkali’nin aynılıkları ya da farklılıkları neler?
D.T: Aslında Fü hiç benzemiyor bana. Ben bir kere Fü’nin karakterinde, yapacağı şeylerden vazgeçecek biri değilim. Ne aşkından ne sevgilisinden ne tutkularından vazgeçecek… Yenilecek bir kadın değilim. Fü’nün bütün pişmanlıkları da oradan zaten. Benim gibi olamadığı için çok üzgün o. Fü’ye benzer tarafım hiç yok, hayır. (Serra Yılmaz’a dönerek) Var mı?
S.Y: Huysuzluğun var.
D.T: Huysuz sana benzer. Asıl huysuz sensin! (Gülüşmeler) Melek gibiyim! Yok ama hakikaten hiçbir benzerliğim yok. Çok farklıyım, karakter olarak.
Alternatif tiyatronun içinde olmak nasıl? Devlet tiyatroları ile kıyasladığınızda artıları ve eksileri nelerdir sizce?
D.T: Devlete ait hiçbir şeyin içinde olmak istemezdim zaten. Olmadım da çok şükür! Bu tiyatrolar alternatif mi? Evet, bir açıdan tabi ki… Her zaman içinde bulunmayı tercih ettiğim tarz bu! Dot, İkinci kat, Sekizinci Kat, Kumbaracı gibi… Bunların hepsinde oynamadım. “Dot”la, “İkinci Kat” zaten benim tiyatrom. Öbür tiyatroların içinde olmayı hiçbir zaman istemedim. Dediğim gibi içinde devlet geçen hiçbir şeyin içinde olmak istemem açıkçası.
S.Y: Ben de öyle valla!
Canan Atalay(Oyunda Si karakteri): Ben de valla!
D.T: Ama bu konularda hiçbir zaman ayrı düşünmedik zaten.
S.Y: Kaldı ki, bir şey daha söyleyeyim: Şehir Tiyatrosu yerel yönetime bağlı tiyatrodur.
D.T: Malum!
S.Y: Bunu özellikle söyledim. Çünkü genelde hepsini aynı kefeye koyma durumu oluyor.
D.T: Ben şehir tiyatroları için de aynı şeyi düşünüyorum. Çünkü Şehir Tiyatroları da, yerel yönetimden bağımsız değil!
S.Y: Bağımsız olması gerekirken bağımsızlığını yitirmiş.
D.T: Hiçbir zaman bağımsız olmadı zaten. Hiçbir iktidarda… Zaten ben Şehir Tiyatrolarında sadece bir buçuk ay kadrolu çalıştım. Ama daha sonra, konuk oyuncu olarak oynadım.
Bildiğiniz bir Emma Goldman sözünü anacağım burada…
D.T: Dans etmeyeceksem bu benim devrimim değildir. Tabi ki! Bana kahkahayı, dansı, gülmeyi, eğlenmeyi, şarkı söylemeyi, bir arada olmayı engelleyen her şeyin karşısındayım!
Bir de Modern Tiyatro için bir sözü var: “Modern Tiyatro, bütün modern edebiyat türleri gibi hayatın karmaşık mücadelesini yansıtır ki bu mücadelenin kökleri insan doğasının ve toplumsal çevresinin derinlerinde yatmaktadır” diyor. Bu noktadan düşünürsek Modern Türk Tiyatrosu, modern insanı ve onun siyasal – sosyal yanını yansıtmakta ne kadar başarılıdır sizce?
D.T: Bunlar hamasi laflar bebeğim ya! Yani ben bu büyük büyük lafları çok fazla sevmiyorum. Kadın bu lafı söylediğinde 1920 bilmem kaçmış… Şimdi yani Türk Tiyatrosu yazarlar bilmem neyi yapıyorlar mı, yapmıyorlar mı bilemeyeceğim. Valla yapanı var yapmayanı var
(Gülüşmeler)
S.Y: Zaten o değerlendirme bizim işimiz de değil.
Sizce’sini sordum aslında.
D.T: Tabii tabiii… Valla bu sorular beni bayıyor ama. Onun görevi o mu? Yeterli oluyor mu? Yani sevmiyorum bu soruları. Kusura bakma.
Son olarak yeni projelerinizi soralım o zaman. Yakın gelecekte yeni bir oyun ya da film var mı?
D.T: Benim bir tane önümüzdeki yıl, Dot’ta bir projem var. Marianne Faithfull’un hayatıyla ilgili ve tek kişilik olması kuvvetle muhtemel bir oyun… Bir de Aydın Bulut’la dizi diye başladığımız bir projemiz vardı. Sinema filmi olacak şimdi. İki tane somut proje bende var. Serra Hanım tabi ki İtalya’ya gidiyorlar. Uluslararası star oldukları için kıskanmıyorum hiç! (Gülüşmeler)
S.Y: Benim İtalya’da yeni bir oyunum başladı. Elif Şafak’ın “Baba Ve Piç”i… O benim için senenin yeniliğiydi. Onu oynadık. Çok beğenildi. Şimdi Nisan’da İtalya’da yeni bir film var. Oyuncu ve yönetmen Kim Rossi Stuart’la. Hem yönetmeni hem baş oyuncusu filmin. Şu anda en somut olanlar bunlar yakın vadede.
D.T: Aşk hayatımızla ilgili bir şey sormayacak mısın?
Buyurun lütfen…
D.T: Söylemem (Gülüşmeler)
Peki öyleyse, çok teşekkür ediyorum ikinize de…