“Resim Sanatı Tarihi”nin en hayalperest dönemi, hiç kuşkusuz sürrealistler ile yaşanan dönem olmuştur. Sürrealist sanatçılar gerçek ile gerçeküstü arasında bir köpür görevi üstlendiklerini düşünüyorlardı. XIX. yüzyılda, sanatın genel yolu olan “Akılcılık”, bu dönemde yerini “Gerçeküstücülük”e bırakmıştır. Aklın, ahlakın ve estetik kaygının engeli olmadan, bilinçaltındakini dışavurmayı amaçladılar.
Sanatçılar rüyalarından esin bularak, rüya ile gerçek arasındaki farkın ortadan kalktığı, bilincin sansürden kurtulmuş özgür ve ilginç eserler üretmişlerdir bu dönemde. Nasıl ve ne sebeple ortaya çıkmıştır bu akım? Avrupa’da, I. Dünya savaşı sonrasında yaşanan yıkım, toplumlar üzerinde derin etkiler bırakmıştır. Sanatçılar, bu dönemde gerçekliği, Freud’un psikanaliz yönteminden yola çıkarak bilinçaltında aramışlar, eserlerine kaynak olarak rüyaları kabul etmişlerdir. Freud, bilinçaltındaki düşüncelerimizin, rüyalar yoluyla kendilerini bilinç düzeyine çıkartmaya çalıştığını düşünüyordu. Ona göre bilinçaltının altın anahtarıydı rüyalar. Paris’te o dönemde, Andre Breton’un çevresinde bir grup sanatçı bunu tartışıyorlardı. Hatta, saat kurup uyanıyorlar, rüyalarını not edip tekrar uyuyorlardı. Sanat eserlerinde bunları en iyi şekilde yansıtmak için birbirleriyle yarışıyorlardı adeta…
“Gerçeküstücülük ister söz, ister yazı ile ya da başka bir yolla, düşüncenin gerçek işleyişini ortaya çıkartmak için başvurulan, içinden geldiği gibi yazma yöntemidir. Bu, aklın denetimi olmaksızın, rüyada olduğu gibi, her türlü estetik ve ahlak kaygısı dışında düşüncenin yazılışıdır.” – Andre Breton
Sürrealizmle, neredeyse özdeşleşen Salvador Dali, düşlerinden esinlenerek yaptığı resimlerinde eriyip akan saatler, boşlukta uçan eşyalar ile resim sanatına yepyeni bir bakış açısı getirmiştir. Sanatçı, Man Ray, Cecil Beaton gibi fotoğraf sanatçıları, Elsa Schiaparelli ve Christian Dior gibi moda tasarımcılarıylada birlikte çalışmıştır. Sürrealistlerin, geçmişden, kendi dönemlerinin çok üzerinde eserler üretmiş olan bir takım sanatçılardan ilham aldıklarını biliyoruz. Bunlardan en önemlileri, 15.yüzyılda yaşamış olan Hollandalı ressam Hieronymus Bosch ve onun takipçisi ünlü ressam Pieter Brueghel’dir. Özellikle Bosch hakkında, bugün elimizde çok az bilgi olmasına rağmen, fantastik ögeler ile dolu eserleri son derece ilginçtir. Ancak bu resimler, sürrealistlerden farklı olarak, daha çok dini amaçlı olup sürrealizmde ise daha çok kişisel konuları içermektedir.
Rüyalar ve hayallerle, dünyamıza yeni ufuklar açan bu dönem sanatçıları arasında, Belçikalı ressam Rene Magritte’in önemi ise bir başkadır. “Düş ürünü” temalar işlediği resimleri, son derece ilginç olan sanatçı, Sambre Nehri’ne atlayarak intahar eden annesinin sudan çıkarılışına şahit olmuş ve bu durum, özellikle 1927-1928 yıllarında çizdiği ünlü, “Les Amants” serisine ilham kaynağı olmuştur. “Aşıklar” olarak bilinen bu eserlerinde, kadın ve erkeğin yüzleri beyaz bir örtü ile kapalı olarak verilmiştir. Bir yoruma göre, aşkın insanın gözünü nasıl kör ettiğini simgelemektedir bu beyaz örtü. Eserlerinde simgesel bir dünya yaratarak, izleyicisini en fazla şaşırtan sanatçıdır Magritte.
Paul McCartney’inde en hayran olduğu sanatçının eserleri, populer kültürde, pek çok rock albümünün kapaklarını süsleyerek yerini almıştır. “Golconde” adlı eserinde, altıgenlerle konumlandırılan, gökyüzünden yere inen yağmur damlacıkları şeklinde tek tip giysili, melon şapkalı adamlar son derece ilginç bir kompozisyondan oluşmaktadır. “The son Of Man” diğer ünlü eseridir. Düş perdelerini aralayarak bizi davet ettiği bu eserlerinde sanatçı, saklanmış olanı görme eğilimimizi vurgulamaktadır adeta. Sanatçıyı anlamak, anlamlandırmak yerine sadece seyrederek hayal dünyasına girmek gerekir.
Rüyalardan yola çıkarak bilinçaltındaki gizemi arayan sanatçıların bu muhteşem yapıtları içerisinde kaybolmak, hayal dünyamızı genişletmek çok büyük bir başarı öyküsüdür.
Yazar: Buket ŞAKARCAN