Sanatta modernizm ne zaman başlar? Nasıl gelişir? Rönesans Dönemi ile yeniden doğan “Sanat” daha sonra Rembrandt, Rubens ve Caravaggio eserlerinde kendini bulan, yoğun ışık ve devinim ile seyircisini içine alan, tuvalden taşan yapıtların sergilendiği “Barok” ve arkasından “Manyerizm” ile devam etmiştir. Bundan sonra artık “Dünya” değişmeye başlar. Özellikle 1989 Fransız İhtilali, tüm dünyayı ayağa kaldırmıştır. Eugene Delacroix, modern resim sanatının ilk politik çalışması kabul edilen “Liberty Leading The People” (Halka Yol Gösteren Özgürlük) adlı eserini tam bu zamanlarda gerçekleştirmiştir. Tüm dünyada Fransız Devrimi’nin simgesi kabul edilen bu resimde; özgürlüğü simgeleyen bir kadın, elinde Fransız bayrağını göklere kaldırmış, bir yanında geleceği temsil eden bir çocuk, dumanlar içerisinde yürümektedir. Bu özgürlüğe yürüyüşün resmidir. İnsanlığın özgürlüğü… Resimde, heykelde, edebiyatta, mimaride, dünyayı algılama ve aktarma biçiminde köklü bir değişimin başlangıcıdır.
XIX. Yüzyıl’ın ikinci yarısına geldiğimizde, artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Resim ve heykel sanatında çizgi, desen, renk, ışık ve en çok da konularda çok büyük yenilikler yaşanacaktır. Kalıplardan, kurallardan uzak, sanatçıyı özgür kılan yeni bir dönem başlamıştır. İşte böylece aydınlanmayla birlikte ortaya çıkan, hümanizm ve demokrasi temeli üzerine yükselen bir düşünce sistemi olan “Modernizm” ortaya çıkar. İdeolojik ve prensip sahibi bir yapıda olan “Modernist Sanat” sadece etki değil, izleyicisi üzerinde estetik bir tepki uyandırması gerektiğini düşünür. Böylece, empresyonizmden sonra gelen sanat akımlarında, doğayı veya görüneni değil, sanatçının zihnindeki izlenimini, istediği şekilde tüm dünyaya haykırabildiği sanat eserleri yapılacaktır. Bugün D’Orsay Müzesi’nde yer alan, Edouard Manet’nin “Olympia” adlı eseri, bu dönemin başlangıcı kabul edilmektedir adeta. Bir tanrıça yerine bir hayat kadını konu edilmesi, ayrıca direkt seyircisinin gözlerinin içerisine bakan bu kadın, geleneksel eserlerdeki ideal kadın imgesini bozarak “Modernizm”in ilk figürlerinden olma ünvanını almaktadır. Modern zamanların başlamasıyla, yaratmada sınırın olmadığı resim ve heykel sanatında özgürlük böylece başlar…
Heykeltraş Alberto Giacometti’nin eseleri geçtiğimiz Nisan ayına kadar Pera Müzesi’nd sergilendi. Modern zamanların en ünlülerinden… Eserleri, müzayedelerde en yüksek fiyata satılan, dünyanın en pahalı heykellerinin yaratıcısı. Paris ekolünden gelen Giacometti, Aguste Rodin’in çalışma arkadaşı Antonie Bourdelle’in atölye asistanlığını yapmış, Joan Miro ve Pablo Picasso ile aynı dönemde yaşamıştır. Mısır ve Etrüsk sanatlarından etkilenen Giacometti, özellikle II. Dünya Savaşı’ndan sonra bazen tek başına, bazen de gruplar halinde boşlukta süzülen, olabildiğince ince insan figürleri yaratmıştır. Bu eserler, insanın yalnızlığının, dünyadaki geçici varoluşunun bir yansımasıdır adeta. Giacometti’nin, Montparnasse’daki darmadağınık atölyesinde, karmaşanın ortasında yalnızlık yüklü figürlü heykelleri yaratırken, defalarca bozduğunu sonra tekrardan başladığını ve döngünün hiç sona ermediğini biliyoruz. Giacometti’ye göre; “Günümüzün bütün heykelleri, tıpkı geçmişteki gibi bir gün parçalanıp kaybolup gidecektir. Bunun için kişinin, eserini bu en küçük köşeye girebilecek şekilde yapması ve cismin her zerresini hayatla doldurması gerekmektedir”. Bu varoluş sürecinde arayış ve yaratmanın sonu yoktur… Modern zamanlarda yaşayan bizlere, kendisiyle yüzleşmesine sebep veren eserler kazandıran sanatçıyı yürekten kutluyorum.
Yazar: Buket ŞAKARCAN