Sanata hiç ilgim yoktu diyebilirim. Yoğun iş tempom içinde, neredeyse kendime ayıracak vakti bile zor buluyordum. Dolayısıyla hobilere vakit kalmıyordu. Fakat, ne zaman ki sık görüştüğüm bir dostumun evinin duvarlarının süsleyen ve sürekli değişen tabloları dikkatimi çekti, o zaman beni de ilgilendirmeye başladı. Sorular soruyordum ve bir sanat eserine sahip olmanın yollarını o dostumdan öğrenmeye çalışıyordum. Bu yollardan biri olarak bir müzayedeye beraber gittik. O gün ilk defa bir eser satın aldım. Bu serüvenin içinde kendimi bulduğumdan bu yana 14 yıl geçti.
Sanata ilginin geçmiş yıllara göre artarak devam ettiğini hep birlikte gözlemliyoruz. Türkiye’nin siyasi ve ekonomik gündemi zaman zaman ciddi bir şekilde etkilense de, yaşam durmuyor. Sanat ve üretim de durmayacaktır. Türkiye’de koleksiyonerlik, belli bir kesime biraz moda bir davranış biçimi olarak yansıyor diye düşünüyorum. Bir sosyalleşme şekli olarak algılanıyor. Halbuki koleksiyoner olmak birçok sorumluluğu beraberinde taşımaktır. Sanatçıya ve topluma karşı sorumluluk ister. Ama bence en önemlisi; PAYLAŞMAK. Koleksiyonlar, paylaşılmadıkları zaman sadece kişisel egoları tatmin eder. Biriktirdiklerimiz birer sanat eseridir, hayatımızın önemli bir bölümünden izler taşır ve sizle yaşar. Bu nedenle bütün koleksiyonlar paylaşılmalıdır. İster imkanlar dahilinde büyük kitlelere ulaştırılsın, ister daha küçük kitlelere… Biriktirdiğiniz eserler sadece sizin evinizin, ofisinizin, fabrikanızın duvarlarını süslememeli. Bunlar sergilenmeli ve kitaplaştırılarak sanat geleceğine hizmet etmelidir. Bir koleksiyoner, ülkenin sanatına ve sanatçılarına destek amacıyla birçok sorumluluk yüklenmelidir. Burada birkaç desteğimden bahsetmek isterim; İstanbul Modern Altın Üyesi olarak müzeye bir katkıda bulunuyorum. Ayrıca zaman zaman koleksiyonumdan talep edilen eserleri sergilerinde kullanmak ve sanatseverlerle paylaşmak üzere ödünç veriyorum. Kimi zaman da, sanatçıya destek olmak adına, eserlerini müzeye bağışlayarak koleksiyonuna dahil olmasına aracılık etme misyonunu üstleniyorum. Saha Derneği üyesiyim. Dolayısıyla bütün projelerine diğer üyeler ile aynı oranda destek sağlamış oluyorum. Metropolitan Müzesi’nin 2013 yılında müze koleksiyonuna dahil ettiği Gülay Semercioğlu’nun Sharp Things ve 2016 yılında Elif Uras’ın Pregnant Haliç II isimli eserlerini bağışlayarak, daimi koleksiyonda yer almasını sağlayıp, Türk Sanat Tarihi adına önemli bir görevi yerine getirmiş olduğumu düşünüyorum. Venedik Bienali için, Türk Pavyonu yapılıp 20 yıl kadar kullanımını sağlayan IKSV önderliğinde 20 destekçiden biri olarak çok faydalı olan bu girişimin içinde bulundum. Böylelikle yıllar sonra TÜRKİYE, kendi PAVYONUNDA artık dünyanın bu en önemli bienalinde sanatseverler ile buluşma imkanı buldu. SALT GALATA’nın da destekçisiyim. 10 Eylül 2013 – 5 Ocak 2014 tarihleri arasında düzenlenen Gülsün Karamustafa’nın “Vadedilmiş Bir Sergi” isimli sergisinin en büyük destekçisiydim. Her yıl desteklerim devam ediyor. 6 Haziran – 22 Eylül 2013 tarihleri arasında, 10 sanatçının 35 eseri ‘’Hot Spot Istanbul’’ isimli sergide Museum Haus Konstruktiv Zürih’te sergilendi. Bu serginin en büyük destekçiliğini Kültür ve Turizm Bakanlığı ile birlikte üstlendik.
Sanat eserleri toplamaya başladığımda, koleksiyoner olmak gibi bir hedefim ve kararım tabii ki yoktu. Koleksiyon yapmanın, neyin koleksiyonunu yaparsanız yapın (ki bu birçok farklı konuda olabilir), bir tutku hatta hastalıklı bir durum olduğunu düşünüyorum. Daha çok araştırıyor, daha çok gezip görüyor, bilginizi ve zevkinizi geliştiriyorsunuz. Emek veriyorsunuz. Bu da kendiliğinden bir koleksiyon ortaya çıkarıyor. Yavaş yavaş büyüyen bir canlı gibi. İyi bir koleksiyona sahip olmak, bence iyi bir hikâyeye sahip olmaktan geçiyor. Şunu söylemeliyim ki “koleksiyoner oldum” dediğim gün 2011 yılıydı. 20.yy 20 Modern Türk Sanatçısı isimli sergiyi düzenleme toplantıları yapıyorduk, Mart ayında sergi açılacaktı. Serginin açıldığı gün, o yıllarda biriktirdiğim değerli eserlerin bir kısmını sergide görünce anladım ki koleksiyoner olmuştum ve artık hastalığın virüsü kanımda dolaşmaya başlamıştı.
Önemli koleksiyonların kendine has bir kimliği olduğunu görmek mümkün. Siz kendi koleksiyonunuz için nasıl bir kimlikten bahsedebilirsiniz? Eser seçimleriniz hangi doğrultuda oluyor?
İlk dönemlerde daha ziyade Paris Ekolü sanatçılarının eserlerini topladım. Benim için kendi dönemlerinde sanatı eşzamanlı olarak dünya sanatıyla entegre edebildikleri için çok değerlidirler. Halen de bu sanatçıların eserlerini araştırırım. Başka bir koleksiyoncu için belki çok önemli olmayan ancak o sanatçının eksik kaldığını düşündüğüm bir işiyle ilgilenebilirim. Sanatçının bendeki retrospektifi için önemli olabilir. Bunun yanında çağdaş dediğimiz, günümüzden, yaşamımızla şekillenen sanat eserlerini koleksiyonuma eklemek tabii ki beni çok heyecanlandırıyor. Benim koleksiyonumun keskin hatlarla çizilmiş bir hikayesi yok. Belki modern Türk resmi ve heykeliyle başlayan ve günümüz çağdaş Türk sanatının kendi beğenilerimle oluşan geniş bir seçkisi diyebilirim.
Koleksiyonerlik hayatınızın 14 yıllık bir geçmişi var. Bu süreçte kişisel zevkiniz ve sanat görüşünüz doğrultusunda topladığınız eserlerin seçimlerinde değişiklik oldu mu?
14 sene önceki ben ve şimdiki ben arasında nasıl bir gelişim ve değişim varsa, koleksiyonumda da tabii ki gelişim var. Koleksiyonumu değiştirmeden elimden geldiğince geliştirmeye çalıştım. İlk yıllarımda bazı rüzgarlara kapılıp hatalar yapmışımdır. Birçok koleksiyoner bunu yapar, çünkü ben bir danışmanla değil kendi beğeni ve fikrimle eser alıyorum. Edindiğiniz tecrübeler size daha rafine bir zevk sağlıyor. Ana omurga, modern resim üzerine diyebilirim ama çağdaş alımlar da yapıyorum. Bu modern koleksiyonumu tamamladım anlamına gelmiyor. “Koleksiyonumda eksikliği giderecek” dediğim yapıt bulursam alıyorum. Koleksiyona dahil etmek istediğim yabancı çağdaş sanatçılar da var. İyi resim ile kötü resmi zaman içinde ayırt edebiliyorsunuz. Koleksiyon oluştururken hatalar yapabiliyorsunuz. Ben 14 seneyi geride bırakmış bir toplayıcıyım. Koleksiyonerler genelde ilk yıllarında fazlaca aldıkları eserlerde hata yaparlar. Benim de almış olduğum fakat şu anda o günkü kadar etkilenmediğim eserler mevcut. Ama şu an o dönemi geride bırakmış ve çok seçici alımlar yapan bir koleksiyoncuyum.
Koleksiyonunuz dahilinde eserlerini edindiğiniz sanatçılar arasında Türkiye’den ve yurtdışından olmak üzere bir denge var mı? Daha çok Türkiye’den sanatçılarla mı, yurtdışından sanatçılarla mı ilgilenmektesiniz?
İlk önce kendi sanatımıza ve sanatçımıza sahip çıkmalıyız, ayrıca da desteklemeliyiz düşüncesindeyim. Ama bu yabancı sanatçıların eserlerine sahip olmaya engel değil tabii ki. Doğru bir denge içinde alım yapılmalıdır. Türkiye’de çağdaş sanatın geçmişi, dolaşımı daha çok yeni. Buna rağmen çokça yol katetmiş durumda. Türk Çağdaş Sanatı yeteri kadar desteklenmeli. Bunun için de galeri, sanatçı, koleksiyoner, müzayede evi, sanat yayınları gibi bütün aktörlere görev düşüyor. Ne yazıktır ki Türk Çağdaş Sanatının İran, Hint, Çin gibi bir hamisi olduğu söylenemez. Ben şahsen, yerli ve yabancı sanatçılarla ayrım yapmadan bir denge içinde ilgileniyorum.
Bir sanat eserine baktığınızda, herhangi bir izleyici olarak kalmak yerine, sizde o esere sahip olma isteği uyandıran unsurlar ne oluyor?
Beğendiğim ve talep ettiğim bir sanatçının eserine sahip olmak büyük bir hazdır benim için. Onu asacağım yeri belirler, astırır ve karşısında seyredeceğim an için sabırsızlanırım. Herkesten önce görüp almaya karar vermek benim için önemlidir. Sergiden önce sanatçı atölyesinde ya da fuarda asılmadan önce eserleri görmek ve alım kararı vermek önemlidir benim için.
Bu kadar büyük bir koleksiyonu evinizde veya iş yerinizde barındırmanız pek mümkün olmasa gerek. Koleksiyonunuz dahilindeki eserleri nerede ve nasıl muhafaza ediyorsunuz?
Tabii ki hepsini evde ya da ofiste bulundurmak mümkün değil. Bunun için kendimize ait bir artstroge var. Eserler orada özel olarak dizayn edilmiş, uygun şartlar altında muhafaza ediliyor. Ayrıca Nişantaşı Ralli Apartmanı’nda eserleri paylaştığım bir mekan var; Papko Art Collection. Burada her yıl koleksiyondan bir seçkiyi hem sanatseverler ve sanatçılarla, hem de dostlarla paylaşıyorum. Burada iki kez üst üste bir küratör davet edip sergi düzenlemesini istedik; Marcus Graf ile. Bu arada bilgi vermek isterim ki; Haziran ayında Londra Tate Modern’de kişisel retrospektifi açılacak olan, önemli kadın sanatçılarımızdan Fahrelnisa Zeid’in ilk kişisel sergisini düzenlediği mekanın da, Ralli Apartmanı’nda yer alıyor olmasının benim için ayrıca bir anlamı vardır.
Elinizdeki eserlerden, ilginç bir edinme hikayesi olan var mı? Sizi zorlayan ama peşini bir türlü bırakamadığınız kadar sizi etkisi altına almış bir eser?
Hepsi çok önemli ve değerli her biri için değişik anılar, koşuşturmalar ve maceralar mevcut. Fakat onlar da bende hatıra kalmalı diye düşünüyorum. Eserleri paylaşıyorum ama anılarını saklıyorum. Belki bir gün çok daha büyük bir sergi ve kitapta paylaşabilirim. Hala büyük hayallerim var, sahip olmak adına; bir Rothko, bir Giacometti, bir Clyfford Still… Umarım bu tutkulu serüven beni bir gün bunlarla da buluşturacak.
(Artkolik No:8 2017 ”Extravaganza” sayısından)