Aralık ayında Covid-19 önlemlerinin artmasıyla şehirde planlanan bazı organizasyonlar yine ileri tarihlere ertelenmek durumuna kaldı. Bunlardan en büyüğü de 14-20 Aralık tarihlerinde yapılması planlanan Contemporary İstanbul sanat fuarı idi. Ancak fuar fi ziki olarak ilkbahara ertelense de sanal fuar 21 Aralık – 4 Ocak tarihlerinde ziyaretçiye açık olarak gerçekleşecek. Maalesef bu sene son dakika iptaller ile sıkça karşılaşmak durumunda kaldık. Bazı fuarlar tamamen ertelenirken bazıları ise organizasyonlarını sanal dünyaya taşıdı. Ancak iyi tarafından bakarsak sanat dünyasını oldukça üzen bu gelişmeler bazı sanatçı ve galericileri her zamankinden daha yaratıcı işler yaratmaya itti. Örneğin Fransa’nın en büyük sanat fuarı FIAC’ın iptal edilmesiyle boş kalan Grand Palais’de dahi galerici Emmanuel Perrotin müthiş bir hazine avı düzenledi ve 16 Ekim’de bu avı 48 saatliğine sanatseverlere açtı. 20 sanatçının 20 işinin yer aldığı Wanted (Aranıyor) isimli bu sanat avında kurallar çok basitti. Sanat eserini bulan eseri ile birlikte çıkıyordu saraydan. Her seansın 50 dakika sürdüğü ve seans başına 500 kişi limit konulan bu ‘sanat avında’ aranan 22 eser Elmgreen&Dragset,Takashi Murakami ve Emilie Mae gibi dünyaca ünlü ustalardan oluşuyordu. Umarım özellikle Parisli sanatseverler FIAC’ın iptal edilmesinin tesellisini bu sanat eseri avında bulmuşlardır. Gerçekten de çok yaratıcı bir proje ve sanatseverleri sanattan koparmamak adına oldukça akıllıca.
Remembering a Brave New World/Chila Kumari Sigh Burman © Joe Humphrys/Tate
12. İstanbul Bienali’nin küratörleri Jens Hoffman ve Adriano Pedrosa’nın hazırladığı bienali düzenlerken beş eserinden esinlendikleri İspanyol sanatçı Felix Gonzales Torres de gerçekten enteresan fi kirleriyle seyirciyi sanatın içine çeken çok önemli bir sanatçı. Minimalizm, politik aktivizm ve kavramsal sanat ile harmanladığı çalışmalarında takvim, yap-boz, şeker kümeleri, ampulleri sıklıkla kullanıyor. En büyük özelliklerinden biri de eserlerinde bulunan ambalajlı şeker ya da basılı dergi gibi unsurların, sergiyi gezen ziyaretçiler tarafından alınabiliyor olması. Eserini ziyaretçisi ile paylaşarak interaktif bir algı yaratan sanatçı 1991’de ürettiği Ross’un Portresi adlı çalışmasında, AIDS’den hayatını kaybeden sevgilisi Ross’un ağırlığı kadar şekeri sergileyip ziyaretçilere sunmuştu. Ziyaretçilerin gezdikçe aldığı şekerler azaldıkça, Ross’un da aynı hastalığındaki gibi yavaş yavaş kaybolduğu algısını yaratmaya çalışıyordu. Benzer olarak ziyaretçiyi eserin, enstalasyonun ya da sunumun içine çekme konusunda en başarılı sanatçılardan bir diğeri de şüphesiz Marina Abramovic. Sanatçının 2010’da MoMa’da sergilediği ve masa başında karşısındaki izleyicilerle hiç konuşmadan göz göze oturarak gerçekleştirdiği performansı çok ses getirmişti. Marina Abramovic’in The Artist is Present adlı performansının videosu bile YouTube’da 17 milyon kez izlenerek ses getiren işler listesine çoktan adını yazdırmış durumda. Galeri alanlarından pek haz etmeyen ve işlerini hep farklı yerlerde sunmayı tercih eden Amerikalı sanatçı David Hammons da en dikkat çekici işleri yapan sanatçılar arasında diyebiliriz. Sanatçının çalıştığı galeri Hauser Wirth’in bahçesine hazırladığı çadırlardan oluşan enstelasyonunda Los Angeles’lılara siz de evsiz olabilirsiniz mesajı veriyor.
LONDRA’DA SANAT
Güncel olarak Londra’da da güzel çalışmalar yer alıyor. Dünyanın en önemli müzelerinden biri olan 123 yaşındaki Tate Britain de kapılarını halen pandemiden dolayı kapalı tutsa da binanın ön cephesini Hint asıllı İngiliz sanatçı Chila Kumarı Singh Burman’a vererek Tate’in müthiş cephesini dev bir ışıklar tapınağı haline dönüştürüyor.
Tate Britain
Sanatçının genlerindeki İngiliz ve Hint kültürünün etkisiyle neon ve çeşitli medya araçları ile yarattığı işi geleneksel ışık festivali Diwali’nin de başlamasıyla açılışını geçtiğimiz günlerde yapmıştı. ‘Remembering a Brave New World’ isimli bu canlı ve renkli enstelasyon kişisel, sosyal ve mitolojik tarihten esinlenirken gelecek için de bir umut besliyor. Müzenin klasik binası psychedelic enstalasyonun Bollywood, radikal feminizm, radikal aktivizm, sanatçının çocukluğunun Liverpool’u ve Hint mitolojisini çağrıştıran neon heykelleri ile birleşince enteresan bir karışım ortaya çıkıyor. Binanın karanlık fasadının bu derece ışık ve renk festivaliyle aydınlatılması, Tantric tanrıçadan Kaleodoskop görsellerine karmakarışık bir görsel yaratsa da sanatçının ‘Without Us There Is No Britain’ mesajı da rahatlıkla okunurken Birleşmiş Krallık’ın karışık nüfusuna da şapka çıkarıyor. Sanat dünyası artık katı kurallar ile ilerlemiyor.
Var olmanın en önemli koşullarından biri yenilikçi olmak ve ilklere imza atmak. Özellikle rekabetin arttığı, emek hırsızlığının çoğaldığı, sesini duyurmanın çok kolaylaştığı günümüzde sanat dünyasında kalıcı olmak için seyirci ile bağı asla koparmamak ve onların dikkatini hep çekmek zorundasınız. Bu sadece sanatçılar için değil galeri, müze, bağımsız sanat alanı gibi tüm mekanlar için de geçerli.