Yahu bu ülkede şerefsizlik ne kadar aldı yürüdü şaşkınlıklar içerisindeyim. Bu yaşıma kadar bir sürü avantacı, rüşvetçi, şerefsiz, ahlaksız, yolsuzluktan istifade eden insanlar, karaborsa yapan işadamları, karaborsadan zengin olan sonra da kendilerini sütten çıkmış kaşık gibi ifade edenler bunların hepsini tanıdım. Ama şu dönemdeki şu adaletsiz ortamının içindeki şerefsizler kadar büyüklerini tanımadım.
Bakın ne oldu? Meşhur hikâyelerim bunlar benim. Bunları size anlatıyorum ki başınıza bir gün bir şey gelirse biliniz ki bu ülkede başınıza her şey gelebilir. Bunun için bilin diye anlatıyorum. Tamamen öğrenin diye anlatıyorum. Benim nasılsa başımdan geçmiş, bana vereceği zararı vermiş. Ve bunu telafi eden ne bu hükümet ne bir devlet ne bir insan ne şerefsizlerin birazcık şereflenmeleri söz konusu değil. Bakın ne oldu? Ben meşhur meşhur meşhur zevatın sayesinde hapishaneye girdim. Marmaris’teki evim çok nadide döşenmiş, Turgut Özal’ın devlet misafirlerimizi ağırlamak için bana ısrar ederek yaptırdığımız bu ev hakikaten nadide eşyalarla bir müze gibi donanmış, hazır, güzel bir ev. O tarihte devlet büyüklerini ağırladığımız Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin misafirhanesi mantığıyla ağırladığımız şeref duyduğum, hakikaten çok şeref duyduğum, çok önemli insanlarla tanışmama vesile olan bu mekânın tabii ki kapısı kapandı. İnsanlar ayrıldılar. Ve bu arada da birkaç sene evvel bizde çalışmış olup tazminatı, maaşı ödenerek yani ödenmesi gereken her şey ödenerek, imzalarını da vererek evden ayrılmış bir aşçı gidiyor kendi kafasına göre bir avukat buluyor. Ondan sonra kalkıyor bir hâkim buluyor. Ve beni mahkemeye veriyor. Konu ise aşçının çalıştığı dönemde izin haklarını vermediğimizmiş. Adamın çalışma şekli şudur; Ev sınırları dâhilinde çok güzel bir odası bulunuyor. Ve her şeyi eksiksiz bir şekilde temin ediyor. Sabah kalkıyor, yemeğini yapıyor, öğlen ve akşam yemeğini aynı anda aradan çıkartıyor. Öğleden sonraları da bizim evimizin o tarihteki kâhyası olan hanımefendinin müsaadesiyle benim şahsım için aldığım motosikletime biniyor. Çarşıya gidiyor, geziyor, dolaşıyor, geliyor veya gelmiyor. Nasıl istiyorsa öyle yaşıyor. Ertesi sabah kalkıp yine bu görevleri yapıyor. Fakat ilginç olan ben de yokum evde zaten cuma günleri hafta sonları için geliyorum pazar akşamları dönüyorum. Senede 1-2 kere ünlü, yani bizim isimlerini dahi anma yetkimiz olmayan misafirlerimizi de ağırlıyoruz. Bu adam ayrıldıktan sonra bakıyor Nail Keçili hapse girmiş, ev kilitlenmiş, sahip çıkan kimse yok gidiyor beni ifade ettiğim gibi izin paralarımı vermediler gerekçesiyle mahkemeye veriyor. Bakın şimdi ilginç bir şey söyleyeceğim size, bize gelen bir tebligat yok, ev kapalı, evde kimse yok, istenirse beni nerede bulacakları belli hapishanedeyim, işyerimde açık ve onun da adresi belli, en azından muhtar var. Hiçbir tebligat elime geçmeden bir dava açılıyor ve 2-3 ay içerisinde bir karara bağlanıyor ve benim bu adama izin paralarını vermedik gerekçesiyle biz 100 küsur bin lira tazminat ödemeye mahkûm ediliyoruz. Hiç haberimiz yok. Bu karardan sonra geliyorlar yine kimse yok evde. İki tane bekçi arkadaşımız var onları da polisle aşarak bakın şimdi neleri götürüyorlar. Eşyalarımızın hepsini alıyorlar. 15-20 tane klimayı, 6 silindir olan büyük jeneratörü, almamaları gerekli olan bütün eşyaları, o tarihte orijinal Chester koltuk en azından 15-20 bin dolar değeri vardı şimdi var mı yok mu onu dahi bilmiyorum ve spor salonundaki tüm spor aletlerini alıp yani hemen hemen 1,5 milyon dolarlık malı götürüyorlar. Biz çıkıyoruz ortalığa. Hemen müdahale etmeye çalışıyoruz. Tabi iş işten geçmiş oluyor. Mahkemeye gidiyoruz, Yargıtay’a gidiyoruz avukatlar nereye gidiyorlarsa gidiyorlar. Benim kendimi dahi düşünecek halim yok mahvolmuşum zaten. Neticede bu adamın aldığı malların iadesi veyahut parasını ödemesi kararı veriliyor mahkemece. Ne aldığı mallar ne para var ortada. Onun avukatını buluyoruz, durumu soruyoruz o da diyor ki ‘’benim de paramı vermedi Azerbaycan’a kaçtı bu adam.’’ Her neyse işin ucunu bırakıyoruz. Benim çok değer verdiğim 3-5 tane eşyam vardı onlara zaaf duyduğum için eşyamın peşine düştüm. Avukata yalvarıyorum ‘’kime sattıysanız söyleyiniz lütfen gideyim parasını verip alayım.’’ diyorum, söylemiyor şöyle yaptı böyle yaptı deyip beni geçiştiriyor.
İşte size Türkiye’den hoşunuza gidecek güzel bir örnek. Şimdi ne yapmam lazım benim? Yani ben kime gideceğim? Kime dertleneceğim? Kime anlatacağım ben? Ne yapacağım ben?
İnsanlar insanları sevmiyorlar! İnsanlar insanların düşmanları oldular! İnsanlar insanlardan nefret ediyorlar! Yapmayın bunu yapmayın ey ahalinin büyükleri, ey idarecilerimiz, eyyy adalet, eyyy büyük adalet, hukuk, yapmayın bunu! Duyduklarımız, işittiklerimiz ve olduğu söylenen hadiseleri dinledikçe hayretler içinde, kâbuslar içinde kalıyorum.
Bu yazımı bir pazar günü yazıyorum. Hava gayet güzel Marmaris’te. Çıkayım şöyle bir lokmacık yürüyeyim, bisiklete bineyim diyorum mümkün değil mümkün değil. Bu moralle, okuduğum gazeteler ve seyrettiğim televizyon haberleriyle kapı dışarı çıkmam mümkün değil. Allah size kolaylık versin. Bizler yaşlandık gidiyoruz ama evlatlarımız, torunlarımız burada kalacaklar. Bu ülke bizim ülkemiz. Bize gerçekten düzelme projeleri lazım bunlarla ilgili icraatlar lazım.
Herkese iyi haftalar dilerim
- Nail KEÇİLİ