Merhum Cumhurbaşkanımız Turgut Özal’ın başbakanlığı döneminde tanıtım sorumluğunu yapan CEN Ajans’ın başkanı olarak kendilerinin başdanışmanı görevine getirildim. O tarihlerde bizim mesleğimiz gerçekten doğru işleyen, bilgili ve doğru ve dürüst insanların yaptıkları yani Karadenizli kalfanın yaptığı binalardan değil, gerçek üniversite mezunu İnşaat Mühendislerinin yaptığı binalar gibi yapılan işlerdi, büyük bir işti. Dünyada bu iş yine çok büyük bir iş. Eğer takip ediyorsanız, görüyorsunuzdur. Tanıtım, halkla ilişkiler, lobi faaliyetleri müthiş bir iştir ve bunu yapabilmekte çok zordur.
Ben Turgut Bey’in bu hizmetini almak için Süleyman Bey’e gittim. O tarihte rahmetli Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel, 12 Eylül dolayısıyla tutukluydu. Ve Zincirbozan dedikleri yerde diğer siyasetçilerle birlikte geçici olarak bulunuyordu. Kendisine gittim dedim ki ‘’Efendim, Turgut Bey’den aldığım haberlere göre kendisine hizmet etme fırsatım olacak. Bu konuda gel bakalım alırsam şöyle yap diye zatıâliniz ne dersiniz?’’ Dedi ki; ‘’Oğlum Nail, git git dedi. Turgut benimle beraber çalışmış arkadaşımdır. İyi insandır ve başarılıdır. Git ve ona hizmet et. Çünkü bizden gördüğün gibi bir süre hayır yok. Ben tekrardan senin benim yanıma gelip, benim hizmetimde bulunacağın günü zamanı gelince söylerim evlat sen git bakalım, başarılı olalım. Turgut ile aynı tandanstayız, aynı taraftayız. O açıdan ona çok büyük hizmetlerin olacağını ben inanıyorum.’’ Ardından Turgut Bey ile ilk defa karşılaşacaktım ve beni tartacaklardı. Yani kendilerine hizmet edecek seviyede miyim değil miyim diye. Harbiye Orduevi’ne çağırıldım. O dönemde propaganda işlerine ağır miktarda Halil Şıvgın dostum bakıyordu, eski sağlık bakanımızdı kendisi. Halil bana ‘’aile toplandı yemek yiyorlar, sana haber verecekler’’ dedi. Ben de bekledim. Nitekim biraz zaman geçti dediler ki seni de çağırıyorlar. İçeri girdim bir yuvarlak masada Harbiye Orduevi’nin en üst seviyesindeki kişiler için ayrılmış odada yemek yiyorlar. Turgut Bey, son derece açık konuşan, samimi bir insandı ve dedi ki ‘’gel bakalım Nail Paşa, gel otur şöyle’’ Ben de oturdum. Değişik sualler sordular. Hanımefendi, kendileri, çocuklarla sohbet ettim. Görüşlerimi anlattım, o tarihlerde siyaset hakkında konjonktürleri anlattım. Ve çıktım. Arkadan Halil’i çağırmışlar ve demişler ki ‘’ Biz bu çocuğu çok beğendik, bilgili, kültürlü ve bu işi bilen bir adam. Dolayısıyla hemen göreve başlasın’’ o günden sonra ben göreve başladım. Çok hızlı bir şekilde de işimizin başına geçtik, gerçekten Turgut Özal’ın hizmetinde bulunmaktan büyük bir şeref duyarak, etrafını gittikçe daha fazla tanımaya başladım. Onları tanırken, Turgut Bey’in işadamlarıyla beraber düzenlediği bir yurtdışı seyahatimizde, kendisinin doktoru olan Cengiz Aslan ile tanışma fırsatım oldu. Cengiz ile herhâlde diyorum ki frekanslarımız birbirine çok tuttu ve bu yüzden kısa zamanda samimi olduk. Bir Hindistan gezisinde -düşünün ki başbakanla gidiyorsunuz- o sokaklarda gördüğünüz fakirliği, devletin zenginliği değil, zenginlerin zenginliği de değil, nüfusunda çok olmasından dolayı sokaktaki halkın fakirliğinden bahsediyoruz. Sokaklarda ev denemeyecek hatta ben onları herhâlde kanalizasyon falan yapacaklar inşaat yapıp gömecekler dedim, biz memlekette öyle gördük. Onlar meğerse ailelerin eviymiş. Tuvalet yok, hiçbir şey yok, pislik içinde. Arabayla giderken şoför duruyor, ‘’aman camlarınızı kapatın’’ diyor. ‘’Neden?’’ dedik. ‘’Görürsünüz birazdan’’ dedi. Hakikatten Allah korusun. Trafik ışıklarında cüzzamlı insanlar gelip sizden para istiyorlar. Korkunç bir memleket. Bilmiyorum neden.
Ben çok hümanist bir adam olduğum için belki de orası bana inanılmaz acıklı bir ülke olarak geldi. Ne yemek yiyebildim, ne içtim. Suyu bile kapalı şişeden içiyordum. Anlatılır gibi değil o kısmı hızlı geçmek istiyorum. Çünkü bu bahsettiğim şeyler 12 Eylül Darbesinden sonra rahmetli Kenan Evren’in hükümetlerin kurulup demokrasiye geri dönmemiz kararını verdikten sonra Turgut Bey’in Anavatan Partisi’ni kurarak iktidara gelme süresi içinde olan hadiselerdi. Nereden baksak 1980’li yıllar. Mutlaka bugün Hindistan’da çok daha farklı boyutlara gelmiştir. Nitekim onların da olağanüstü teknolojilerini bütün dünya kullanıyor ve konuşuyor.
Hindistan’da o insanları gördükçe o kadar çok kötü oldum ki böylesi hiç başıma gelmemiştir. Bu konularda son derece sağlam bir adam olmama rağmen birkaç kere baygınlık geçirdim. Her seferinde o Cengiz Aslan Yarabbi koşarak gelir gel buraya bakayım der, oturtur, ölçer biçer, ilaçlar verir, bakar bakar… En son Hindistan’dan dönüyoruz uçağa bindik ve uçağın içi nasıl kokuyor biliyor musunuz lafla falan anlatamam, yaşamak lazım. Biz İstanbul’dan kalkıp Ankara aktarmalı seyahate başladığımız için Türk Hava Yolları bütün cateringi Türkiye’den uçağa koyup bizlere ikram etmişti. Fakat dönüşte zaman geçtiği için Hindistan’dan alma kararı almışlar. Oradan aldığı her şey inanılmaz bir köri sosu ve başka bir şeyler daha karıştırıyorlar onlar, beni hasta eden şey de o kokuydu. Bütün yol boyunca boğulacaktım, herkes aynı durumdaydı. Fakat ben bu sefer ciddi bir baygınlık geçirdim. Cengiz de beni toparladı yine sağ olsun. Biz İstanbul’a geldik. O zaman Bebek’te oturuyorum. Bebek’e geldim eve gittim kapıyı çaldım hanım açtı. Dedim ki ‘’ Şu kızı çağır bana bir de peştamal gibi bir şey getirsin. Bütün eşyalarımı kapıda çıkardım, peştamal sarıldım, doğru banyoya gittim. Artık ne derler ihtiyarlar kırklandım mı derler ne derler, kendi kendimi parçalayacak gibi o kokulardan kurtarma gayreti içindeydim -psikolojik bir şey tabi bu- yıkandım. Cengiz ile samimiyetimiz o dönemde çok arttı. Turgut Bey ile bir sürü seyahatler yaptığımız zaman, Ankara’da çalışmalar olduğu zaman, onun özel doktoru olduğu için Cengiz Aslan hep yanındaydı. Hatta bir gece hiç unutmadığım hadiselerden biridir. Ankara’da başbakanlık konutunda büyük bir toplantı yapıyoruz. Ama bahsettiğim gayri resmi bir toplantı ve saat akşam 22:00 falan. Ama tabi bakanların hepsi var, ben varım, benim müşteri temsilcisi yardımcı arkadaşım var Turgut Bey’in sürekli yanında olan, bir de kim var biliyor musunuz? Turgut Bey’in telekonferansla bağladığı Metin Akpınar. Turgut Bey, böyle toplantılar olduğu zaman halkın ne düşündüğünü, çevreyi vs. kendilerine sunduğumuz çizgi dâhilinde insanları toplantıya davet eder ve onların da görüşlerini alırdı. Metin Akpınar, hepimizin sevdiği, özellikle ekonomik görüşüne çok güvendiğimiz bir insan olarak bu tarz toplantılarımıza katılır, tatlı tatlı sohbet eder, bize çok güzel fikirler sunar ve bizi mücehhez kılardı. Onu en çok sevenlerimizden biri de Allah rahmet eylesin Adnan Kahveci’ydi. Neticede geç saatlere kadar süren toplantı bitti. Biz müsaade istedik. Çok yorulmuştum dedim benim yakın akrabam olan müzisyen Alpay var ona gideyim. Ankara’da onun çok güzel bir yeri vardı. Gece 02:00’da ikinci programına çıkardı ben de ona uğradım, yer yok tabi kalabalık. Köşede bana ufak bir masa ayarladılar, tam oturdum aaa kapıdan içeriye Turgut Bey ile Semra Hanım ve o tarihlerde yakın arkadaşları Selim Edes ve benim baba tarafımdan akrabam olan eşi geldiler. Turgut Bey gayet normal benim oturduğum masaya doğru yürüdü, arkasından iskemleler geldi ve oturdu. Söyle de dedi bana bir dondurma getirsinler. Emredersiniz dedim söyledik ettik. Sonra tabi gece sonunda kendisine ben refakat ederek konuta geri dönmesini sağladım. Konuta bırakmak için götürdüm aaa bir baktım Cengiz ayakta. Yahu dedim Cengiz bu saatte neden ayaktasın? ‘’Sorma kardeşim siz gittikten sonra bu adama ben uyku ilacı verdim. Bu uyku ilacını size versem iki gün uyursunuz. Ama bu uyku ilacını içtikten sonra daha fazla ayılıyor. Bir dahaki sefere ayılması için ilaç vereceğim ki uyusun’’ dedi. Aramızda geçen esprilerden sonra bu ilişkiler çok tatlı şekilde devam etti. Hakikatten çok güzel ilişkilerimiz ve hizmetlerimiz oldu.
Turgut Bey, Cengiz Aslan’ı bir Amerika seyahatinde çok beğenerek, kulağından tutmuş, kanadının altına almış ve ailesiyle birlikte Türkiye’ye getirmişti. Ondan sonra Cengiz hiç ayrılmaksızın Turgut Bey’in daima yanında kaldı. Kendisine Turgut Bey’i kaybettiğimizin ertesi günü şunu sordum ‘’ Yahu ne oldu? Nasıl bir vefat hadisesi yaşadık?’’ dedim. Dedi ki ‘’ Nail, bir laf vardır fücreten diye işte öyle gitti. Anında kalbi sıkışır ve gider ya öyle gitti’’ dedi. Nitekim o dönemlerde Turgut Bey Cumhurbaşkanı, bugünkü görevlerle mücehhez olmamasına rağmen çok çalışırdı, anormal çalışırdı. Dolayısıyla da ne sağlığına bakardı ne gıdasına bakardı. Özellikle de gittiği seyahatlerde yanında Semra Hanım yoksa her canı istediğinde yer içerdi, kimse hayır diyemezdi. Neticede böyle bir seyahatten döndü. Fakat Amerika’ya uğradığı zaman doktorlar ona demişler ki hemen yan odaya geçiyorsun ameliyat ediyoruz seni. Çünkü kalp su koyuvermek üzere. Demiş ki, o zaman Clinton başkan seçilmişti. Ben Clinton’a söz verdim. Azerbaycan ve Kazakistan’a gidip onların başındakilerle konuşup yemin ediyorum size direk buraya döneceğim, Türkiye’ye gitmeyeceğim demiş. Hâlbuki Türkiye’ye döndü. Ankara’ya indi ve bir kokteyle katıldı. Sağlığı çok iyi değildi. Koluna girerek merdivenlerden çıkartıyorduk. Cengiz buna çok üzülüyor ve söyleniyordu ama Turgut Bey’e bir şey söylemek mümkün değildi. Bir gün salonun ortasındaki kocaman soyulmuş çam fıstığını önünden çekmeye çalıştım elime bir vurdu. ‘’Ulan ne karışıyorsun sen bana yahu sen kendine bak şişko’’ dedi. Ben de o zaman iri yarıydım. Kendisini görmüyor bana şişko diyor. Böyle enteresan, ton ton bir adam.
Netice-i ahval bendeniz 2000 senesinde Turgut Bey’i kaybettik. Cengiz ile dostluğumuz devam etti. Benim, eşimin, kızımın ailemin tek doktoruydu. Onun her şeyine güvenirdik. Sağlıklı yaşamamız için elinden geleni yapardı. 2000 senesinde malum-u ali herkes tarafından, Aydın Doğan, Mesut Yılmaz ve bir tane daha ismini anmak istemediğim gazete patronunu, muhteşem hazırladıkları bir oyun ile -arasanız bulamazsınız böylesini- 28 şirketim, 7000 çalışanım, muhteşem vergilerim, Türkiye’nin hizmet ihraç ettiği, çok değerli işler yaptığımız grubum, özellikle medyada büyümemden rahatsız olan bu şerefi kıtlar yüzünden sona erdi ve bu insanlar benim hayatımın da sonunu getirdi. Bugün her sabah kalktığımdan onlara kızmıyorum, Allah onların cezasını nasıl verecek diye bakıyorum ki veriyor. Bu arada onların yancıları da var böyle yan takımlar, gazetelerde yönetimlerde bulunan, ahlakı kıtlar, yağcılar.. Maalesef onlardan bugün de dolu. Ben yazılarımda hep bahsediyorum. Cumhurbaşkanımızın yanında da bulunuyorlar epeyce. Allah sonumuzu hayır etsin.
Benim her şeyime bir şekilde oyunla el koydurdular. Bu TMSF denen felaket bir yer var. Kanunları hiçe sayan. Hepsi bunların değişecek. Onun da huzuru içindeyim yani. Ben görmesem çocuğum görecek. Türkiye’de her şey normale ahzedecek. Hangi normalden bahsediyorum? Turgut Özal, Süleyman Demirel döneminden bahsediyorum, adaletten bahsediyorum dönecek, imkânı yok. Her neyse hapislere attılar, her türlü zararı verdiler. En sonunda da mallarımı satmaya başladılar TMSF tarafından. Ki bu mallardan herhangi birisi benim borcumdan dolayı falan satılmıyor, gazete patronlarının tezgâhlarından dolayı satılıyor. Maslak’taki binamın değeri o tarihte 20- 25 milyon edecek tesisimi TMSF, 3 küsur milyona şuanda ki sahibine satıyor. Resmi rakam bu, gayri resmi rakam içeriden alınan avantalar başka. Çünkü o tarihteki tahsilat dairesi başkanı 15 milyon dolar TMSF’yi Celal Sadıkoğlu ile beraber soydukları için ya şuanda aranıyorlar, ya başları belaya girdi, ya da toz oldular ortalıktan gözükmüyorlar. Böyle bir durumda biz de bunların gasplarının içine girdik. Telefonda bu haber bana verilince müthiş fena oldum, düştüm ettim. Kızım, Medline’ı çağırdı, baktılar ki tansiyonum 28 falan, korkunç bir değer. Hemen attılar arabaya beni doğru Cengiz’e yani International Hospital’a. O da bekliyormuş tabi önceden aramışlar. Cengiz’in ellerine teslim edildim ve beni görünce bana dedi ki ‘’birkaç dakika geç gelseydiniz seni kaybedebilirdik veya felç geçirirdin, giderdin gümbürtüye’’ Hemen yatırdılar tabi beni. O tarihte İç İşleri Bakanımız Saadettin Tantan Bey beyanatlar veriyor tabi o da talimatlarla hareket ediyor. Diyor ki ‘’bu adam numaradan hasta oldu. Yatıyor ki orada biz onu yakalayıp içeri tıkmayalım diye’’ Niye tıkıyorsun beni içeri? Ben ne yaptım da tıkacaksın? Neyse bunları geçelim, unuttum artık. Her neyse Cengiz bilir misiniz ki o hoca Cengiz, herkesin taptığı Cengiz, ben yatıyorken sabahlara kadar başımda bekledi sabahlara kadar. Sonra ona dedim ki ‘’Cengizcim, eğer senin için sorun yoksa Marmaris’teki Ahu Hastanesi biliyorsunuz ki Sahir çok yakınım, ondan bir arkadaş isteyelim. Beni oraya gönder. Sen de onlarla bir görüş. Uçağıma atlayıp – o zaman uçağım da var- Marmaris’e gideyim. Kapıda bir gazeteci ordusu sansasyon bekliyor, uğraşmak istemiyorum. Dedi ki ‘’peki, konuşacağım refakat dönemini Marmaris’te geçir.’’ Marmaris’e geldim. Cengiz telefonlarla devamlı beni takip ediyor, uçağın kaptanlarına şu kadar mesafeye çıkmayın, alçaktan uçun diye talimat veriyordu. Cengiz böyle bir adamdı.
Marmaris’teki Ahu Hastanesi’ne sabah saat 08:00’da kolumda serumla yatırdılar beni. Bu sefer Doktor Sahir devraldı işi. Gece saat 20:00 ‘da Muğla’dan 16 tane polis arabası yollamış sayın bakan. Beni alıp Ankara’ya götürdüler. Öncesinde de burada devlet hastanesinde iğne yaptırıp, sağlam raporu aldılar. O gün tansiyonum 24’tü gayet iyi hatırlıyorum 17’ye düşürmüşler.
Neyse benim 1,5 senelik hapishane dönemimde beni en çok arayan, soran, takip eden, diğer doktorum Sahir ile beraber ve diğer doktorlarla beraber konsültasyonlar yapan hep Cengiz olmuştur. Kızıma ve eşime Cengiz bakmıştır. Ne olduysa Cengiz Cengiz Cengiz.. Nasıl çalışan bir adamdı biliyor musunuz? Oğlunu, eşini, kızını mutlu etmek için hep çalıştı çalıştı… Ve onu maalesef iğrenç, şerefsiz, ahlaksız korona yüzünden kaybettik. Nur içinde yatsın. Onu saatlerce anlatsam, günlerce anlatsam bitiremeyecek günlerimiz ve anlarımız oldu. Her söylediği ve yaptığı işten mütevellit ben mutlu olmuş ve memnun kalmışımdır. Allah rahmet eylesin Cengiz…
- Nail KEÇİLİ