Ülkelerin ciddi bir boyut ve zaman kazanarak seneler ilerledikçe gelişmeleri de, kuvvetlenmeleri de, teknikleri de yani her şeyleri de bilindiği üzere artar. Bir ülkenin belli bir seviyeye geldikten sonra geri dönüp tarihimiz şuydu tarihimiz buydu gerekçeleriyle geriye geriye ve geriye gitmesi, iktidarların onu savunması ve o ülkede geçmişte uygulanan sistemlerin getirilmesi ülke için çok çok büyük günahtır. Geçmiş başarıyla uygulanmışsa ve yaşanmışsa geçmiştir. O geçmişi toplum yaşamıştır, geleceğe adım atmıştır, gelecek gelişmiştir ve farklı boyutlara gelmiştir.
Bugün Türkiye’mize dönüp baktığımız zaman 700-800 senelik bir imparatorluktan sonra Cumhuriyetimiz ilan edilmiş. 19 Mayıs gibi önemli bir tarihimize adım attığımız bir gün bizim büyüğümüz önderimiz Atatürk, Samsun’a çıkarak operasyonlarını başlatmış ve bir nevi ülkemizi gasp etmiş düşmanların hepsini kovarak, İzmir’den denize dökerek, İstanbul’dan gemilere bindirerek ülkeden defetmiş ve Cumhuriyeti ülkemizde kurmayı uygun görmüştür. O zamana kadar gelen Osmanlı, ne yazık ki son dönemlerinde çok büyük merhaleler kaybederek, çok geri giderek, bizlere çok üzücü tarihler bırakarak Osmanlı İmparatorluğu’nun başarısını lekelemişlerdir. Osmanlı yükselme devri diye baktığımız zaman Yavuz Sultan Selim, Fatih Sultan Mehmet ve Süleyman Büyük Kanuni Sultan Süleyman… Bu üç padişah yükselme devrinin fevkine Osmanlı’yı getirmişler. Girdikleri her savaşı, her hamleyi başarıyla bitirmişler. Ülkelerine, şehirlerine inanılmaz derecede değerli sanat ağırlıklı katkılar sağlamışlar. Mimar Sinan gibi çok çok çok dünya çapında ünlü mimarları ülkeye kazandırarak çok büyük eserlere imza atmalarını sağlamışlar. İstanbul’u alarak ve İstanbul’u İstanbul yaparak, koskoca dünya tarihine geçmiş Ayasofya’ya sahip çıkmışlardır. Anlatılamaz büyük icraatlar yaparak Osmanlı’yı kendilerinden sonra gelecek padişahlara ve evlatlarına bırakmışlardır. Onlar da yavaş yavaş birçok sebepten ötürü Osmanlı’yı büyüklüğünü, devliğini, muhteşem Osmanlı’yı küçülterek küçülterek küçülterek neredeyse bir işgal ülkesi haline getirmişlerdir. Fakat işte o anda yine Türk milletinin aslanları yani babalarımız, dedelerimiz çıkarak ülkeye sahip çıkmışlar ve düşmanı yukarıda da belirttiğim gibi denize dökerek ve onlara güle güle paşam diyerek göndermişlerdir.
Bugün elime İstanbul’da oynanan bir futbol maçı videosu geçti. Fenerbahçe ile bir İngiliz takımının müsabakası. O günkü İngiliz Komutan İstanbul’u terk etmeden önce Fenerbahçelilere bir ders veriyim istemiş. O zamanlarda futbol oynanıyormuş. Yani işgale rağmen Fenerbahçe’miz varmış, büyük ihtimalle Galatarasay’ımız veya Beşiktaş’ımız varmış belki de başka kulüpler varmış ve futbol oynanıyormuş. Karşımızda ağırlıklı olarak da İngilizler oluyormuş. İngiliz Komutan Fenerbahçe ile yapacakları bu son maçı mutlaka kazanmak için üşenmemiş İngiltere’den futbolcular getirmiş. Muhteşem bir takım kurarak maça çıkmışlar. Birinci yarı da maalesef bir gol yemiş Fenerbahçe, yine birinci yarıda Zeki Rıza’nın attığı bir şut üst direğe çarpmış gol olmamış fakat olmak üzereyken olmamış. İkinci yarıda takımımız Fenerbahçe iki gol ile İngilizleri rezil rüsva etmiş. Hani tavlada kazanan kaybedenin kolunun altına tavlayı verir ya biz de onlara o şekilde güle güle demişiz. O zamanki Fenerbahçe’nin futbolcularından Zeki Rıza ile birlikte ön planda forvet oynayan ve muhteşem golleriyle tarihe geçen Alaattin Baydar. Ne kadar mutluyum ki Alaattin Baydar, annemin özbeöz amcası. Yani annemin babası, büyükbabam Nasuhi Baydar’ın kardeşi. Annemin babası da Fenerbahçe’nin kurucularından ve ilk başkanlarından Nasuhi Baydar. Nasuhi Baydar o dönemde Halk Partisi Mebusu, Ulus Gazetesi Yazı İşleri Müdürü, Fenerbahçe’nin Başkanı ve kurucularından. Çok büyük bir değer bizim için ailem için. Üstelik Nasuhi Baydar, o tarihte Saint Joseph denen çok ünlü ve zor bir Fransız okulunu bitirmiş ve muhteşem Fransızcasından dolayı birçok önemli çeviriler yapmış. Mesela dünya klasiklerinden olan Balzac’ın çoğu eserini Fransızcadan Türkçeye çevirmiştir. Çok daha ünlü yazarların da tercümelerini yapmıştır ve çok seviyeli bir beyefendi olarak 60 yıllarda hayata veda etmiştir.
Burada şunu hatırladım birdenbire babam Nadir Nail, büyükbabamın karşısındaydı. Kendisi çok koyu Galatasaraylıydı, Galatasaray’ın kurucularındandı ve Galatasaray’ın mektebinden mezundu. Tabii ki benim seçtiğim yol da bu kadar Fenerbahçe’ye yakın olmamıza rağmen babamın takımı oldu. Ben de Galatasaray’a çok yakın oldum büyük işler yaptık kulüpte. Kulakları çınlasın Faruk Süren’in başkanlığında çalıştık. Güzel işler yaptık, çok büyük katkılar sağladım ve tarihine de geçtik bu vesileyle. Ne kadar mutlu bir haberdir ki babam o tarihte Demokrat Parti’nin çok içinden ve önemli kişilerinden biri olarak Kuruçeşme’deki Galatasaray Adası’nın bir şekilde Galatasaray’a verilmesini sağlamıştır. Bu güzel icraatın neticesinde ada, uzun seneler kulübün sosyal tesislerinin, yüzme ve kürek takımının ikametgâhı olarak kullanılmış. Sonunda maalesef buralarda çok yorum yapmak istemiyorum fazla bir Galatasaraylı başka bir Galatasaraylıyı kritik etmek istemez. Maalesef ada çok büyük bir acılar ve Galatasaraylıları hüsrana uğratan bir hareketle yıkılıp, mahvedilmiş ve şuan da o şekilde kalmış durumdadır. Gördüğüm kadarıyla da mevcut Galatasaray yöneticileri Galatasaray’ın bu adaya tekrardan sahip çıkması için kullanması, restore edilmesi için belediyeden nedense yeterli izinleri alamamakta. Adayı bir zamanlar işletmeye terk ettikleri zatla da tahminimce hukuki süreçleri devam etmekte. Böylece ada bizi, Galatasaraylıları hakikatten çok hüsrana uğratır biçimde sanki içine bomba atılmış halde yıkılmış, dökülmüş bir vaziyette Kuruçeşme’de kötü bir manzara olarak durmaktadır. Bize Galatasaraylılara da gerçekten büyük bir acıdır. Ama ne yapalım ki Türkiye bugün çok farklı, anlaşılmaz bir anlayış içerisinde. Tüm kulüpler, spor tesisleri, iş dünyası efendim siyaset dünyası anlaşılmaz şekilde yönetilmektedir. Bunun içinde Allah’tan Türkiye’ye iyilikler nasip etmesini dualarla temenni etmekteyiz.
Salı günleri o tarihte Adnan Menderes Ankara’da olsa bile uçağıyla İstanbul’a gelir ve Şişli’de babamın ikametgâhındaki Çiftkurt Apartmanına gelir aşçımız Faik Efendi’nin yaptığı su böreği, kuru fasulye- pilavı ve kaymaklı ekmek kadayıfını yerdi. Onun gelişiyle birlikte tabii ki hep böyle olur siyasetçilerde yanındaki bazı yakın bakanlarda gelirler o arada büyükbabamda Halk Partinin mebusu olmasına rağmen o da Halk Partili arkadaşlarını alır gelir ve salı günleri yapılan öğlen yemeklerine katılırlardı. Çünkü eskiden Türkiye tek parti dönemindeyken ve sadece Cumhuriyet Halk Partisi Atatürk’ün partisi olarak var olduğu dönemde Adnan Menderes de Celal Bayar da büyükbabam Nasuhi Baydar da Cumhuriyet Halk Partiliydi ve partinin mebuslarıydı. Sonradan Demokrat Parti’nin kuruluşuyla birlikte Adnan Bey DYP’nin başına geçti ve Celal Bayar’la birlikte o partiyi yönettiler ve malum seneler yaşandı geçti gitti.
Şimdi orada söylemek istediğim çok önemli husustan siyasetçilere bahsetmek istiyorum. O da şu; bu salı toplantılarında halk Partili gelen mebuslar ve o zamanki Demokrat Partili bakan ve başbakan birlikte önlerindeki dönemde konuşacakları belli kanunları, meseleleri o yemekte ortaya döker onun üzerinde tartışırlar, münakaşalarını o kapalı kapılar ardında bitirir, belirli bir yerde anlaşırlardı. Ve arkasından meclise gittikleri zaman kavgasız dövüşsüz o kararlar alınırdı. Ben ufacık bir çocuk olmama rağmen bunları son derece net bir şekilde hatırlıyorum Temennim Türkiye’de de bu ikiye bölünmüşlük bitsin. Ve insanlar hızla gelişen bu muhteşem Türkiye’yi çok daha güzel yerlere götürsünler. Özellikle Sn. Cumhurbaşkanımızın etrafındaki zevatın kendisine hakikaten açık açık detaylı, doğru bilgiler iletmesini ve cumhurbaşkanımızı da yanıltmamalarını temenni eder iyi haftalar dilerim. Ve tüm gençliğin 19 Mayıs Atatürk’ ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı’nı kutlarım.
Mehmet Nail KEÇİLİ