İş hayatına yalnız başlamaya karar verdiğim zaman bir müthiş araştırma içindeydim ki o zaman paramız da olmadığı için ne kurabilirim ne yapabilirim vs. derken tabi üvey babamın fabrikasında çalışıyorum o sıralar, askerliğini de bitirmişim ve çok da başarılıyım. Her neyse düşündüm taşındım fabrikanın ürünlerinin reklam ve tanıtım faaliyetleri de benim üzerimde yani ajanslarla ben muhatap oluyorum. Anlaşmakta zorluk çektiğim firmalar var boyutları anlayışları çok farklı olduğu için dedim ki bu işi ben yaparım. Ve yine aynı fabrikanın büyük hissedarı olan beyefendinin damadı Cumhur aynı zamanda yakın dostumdu. Onunla bu konuları konuştuk o da ‘’ Yahu beraber olalım’’ dedi. Olalım dedim. O ortağı Ertuğrul ile beraber küçük bir organizasyon şirketi kurmuştu ismi de CE Organizasyon’du. Bana ısrar etti ben de ona ısrar ettim ve anlaştık 1970 yılının 1 Nisanında CEN Ajans AŞ’yi kurduk. İstiklal Caddesi’nde bir hanın çatı katını onlar zaten tutmuş ve orada faaliyet gösteriyorlardı biz de o minicik stüdyoyu beraberce paylaştık. Ertuğrul grafik, Cumhur dekorasyon ve matbaa, bendeniz de müşteri ilişkileri ve paraya bakıyorum. Çok sıkıntılar çektik oraları geçeceğim. Çünkü bu yazım ağırlıklı olarak işle ilgili değil bu yazımın esası insan istediği zaman, inandığı, uğraştığı zaman her şeyin sahibi olabiliyor yeter ki karşınıza devlet gücü çıkmasın. Ona yapacak hiçbir şey yok çünkü. Devlet gücü çıkarsa sizi yıkar, çıkmazsa karar verirseniz başarısız olmanız mümkün değildir.
CEN Ajans’ı kurduk zorlu çok zorlu günler derken ben çok ciddi bir biçimde işe asıldım tabi arkadaşlarımda öyle ve ajans büyüdü. Çatı katına sığamaz olduk ve tam karşı caddemize düşen çatı katını da tuttuk. Bir gece nasıl olduysa unuttum iki çatı arasından telefon hattı geçirdik. Santralimizi tek santral olarak bağlayıp karşı tarafta çalışan arkadaşlarımıza da ulaşabiliyorduk. Yeni yerde kreatifler, yazarlar oturuyordu bizim tarafta da müşteri ilişkileri, muhasebe vardı. İlk üç ortak bir odacık halinde başladığımız işi hemen hemen 3 yıl sonra 15 kişilik bir kadroyla başarılı yerlere getirdik. İyi işler yapmaya başladık. Mutlaka iyi işler yapıyorduk ki insanlar bizi tercih ediyordu. Fakat ortaklarımızdan grafikten sorumlu olan Ertuğrul memur zihniyetli olduğu için bizim büyüme arzumuzdan korktu bir zaman sonra ayrılıp başka işler yapmaya başladı. Cumhurla ben kaldık ve biz de 15 sene kadar işleri iyice büyüttük. Bu arada benim inanılmaz bir deniz heyecanım ve keyfim var mutlaka tekne almak istiyordum. En sonunda üvey babamın satmaya karar verdiği 9,5 m boyunda Bodrum’da dolmuş motoruyken aldığımız ondan sonra İstanbul’da Hayri Bara’nın Tersanesi’nde ki o tersanede böyle tekneler olmazdı ama dostluğumuza binaen Necati Zincirkıran abimin uğraşıyla gerçekten çok şık bir tirhandil yaptılar. Üvey babam Ertuğrul Baba ile beraber kullandık onu ben onun kaptanlığını yapardım o da çok büyük bir denizciydi. Satmaya karar verdiği zaman altından girip üstünden çıktım ben satın aldım. Ve ilk doğru dürüst teknem o tekneydi. Teknenin ismi üvey kardeşimin ismi Murat’tı o şekilde devam etti. Murat ile çok uzak olmayan yolculuklara çıkıp geliyorduk. Çok büyük keyif aldığım bir tekneydi. Hakikaten çok çok güzel günler geçirdik. Ama bu denize bulaştığınız zaman kaşınmaya başlıyorsunuz. Yine işte dostum olan hem de arkadaşlığım olan bir zat daha büyük olan 17 m’lik bir teknesini satma arzusundaydı ben de talip oldum. Fakat onun istediği 2 ise benim verebileceğim 1’di. Dedim ki ‘’sen bana bunu 1’e ver ben nasılsa buna iyi bakarım merak etme ben bir gün bunu satmaya kalkarsam satacağım karın yarısı senin yarısı benim olur’’ dedim. Tabi bu söylediğim çok geçerli bir şey olmamakla beraber bu arkadaşım benim teklifimi kabul etti. Çok varlıklı bir insandı zaten öyle büyük paralara da ihtiyacı yoktu. Onu da reklam karşılığı yaptık. Parayı vermedim işletmesine yaptığımız reklamlarınkarşılığında rakamları düşerek borcumu ödemiş oldum. Muhteşem bir tekne sahibi oldum. Bebek koyunda demirli meşhur eski dönemin güzel yelkenlilerinden GÜLKO isimli teknenin sahibi oldum. Kendimi kocaman bir geminin sahibi zannediyordum o kadar zevkli bir işti. Ve tamamen hedeflediğim için, uağraştığım ve kazanarak elde ettiğim için ki yaşlı bir tekneydi o tekneyle uzun yolculuklar yaptık. Ailece gezdik, yelken yarışlarına girdim her şey muhteşem giderken bir arkadaşım talip oldu ve çok ısrar etti bana. Epey kullandım ama bahsettiğim hadise denizciliğe ilk başladığım zamanlarda yani 1974-75’lerde ilk teknemin sahibiydim Gülko’da 79-80’lerde elime geçti. Sonra ben 1985 yılında karar verdim tam istediğim gibi bir tekne yaptıracaktım. Anlaştık ve Türkiye’nin o tarihteki en büyük dizaynırı Cafer Seyfioğlu ile beraber Allah rahmet eylesin bir de benim anne tarafından çok yakın akrabam olan Türk Basın Birliği Başkanı ve Fenerbahçe Yelken ve Yarış Kulübü yarışçısı olan felaket de bir yarışçı, yelkenci olan Engin Baydar ile birlikte yola çıktık. Cafer Abi benim istediğim şekle ve hale göre dizayn etti, Tuzla’da bir ustamız vardı o teknemin bodysini yaptı. Türkiye’de ilk ters yapılan tekne oldu benimki. Yani tekne altındaki salmasının üzerine oturan değil yere toprağa kapaklanmış olarak yapıldı. O zamanlar diyagonal kaplama dediğimiz sistemle yapıldı. Muhteşem sağlam bir tekne oldu. Ondan sonra üstüne metal çerçeveler geçirdiler ve o çerçeveleri döndürerek tekneyi düzelttiler, üstünü yaptılar derken biz Gülko ile vedalaştık. Ve Eşim Nilgün’ün ismini koyduğu Hatun isimli 19 m’lik muhteşem bir tekneyle denizlere çıktık. Muhteşemdi muhteşem. Sonra büyüdük büyüdük derken başka tekneler gitti geldi ve ben Hatun’u çok yakın dostuma verdim. Oradan da Engin Abi yani bahsettiğim akrabam o tekneyi kendine satın aldı. Ve şuanda da hala Engin Abi’de. Bu arada da bilindiği üzere benim başımdan binlerce hadise geçti. Bir sürü sıkıntılara girdik, tekne mekne düşünecek halimiz yoktu. Her şeyimiz gitti. Ve Hatun ne mutluyum ki Engin Abi’nin kullandığı, baktığı hatta evlat gibi baktığı şuanda da Fenerbahçe Marina’sının en fiyakalı yerinde baştan tonozda kıçtan bağlı duran muhteşem Hatun’du. Engin Abi bana yahu bunu sen benden al dedi. Komik bir paraya laf olsun diye al dedi. Ben çok yaşlandım artık dedi. Ben de Engin Abi ben alayım da benim devletten alacaklarım var, param yok onları almadan alamam her şeyimi duman ettiler. Dolayısıyla benim hayata yeniden başlama gayretim istediğim şekilde yürümedi daha doğrusu yürütmediler. Yani beni batırıp duman etmekle bırakmadılar bir de üstelik normal hayatıma başlayıp iş hayatıma devam etmeme dahi müsaade etmediler. Onun için inşallah bu koalisyon hükümeti değişiyor, şimdiki AK Parti hükümeti geliyor. Onlardan adaletli ve iyi niyetli bir şekilde TMSF’nin benim kafamı koparttığı alacaklarımı oradan mutlaka tahsis edeceğiz. Aşağı yukarı bu konuşma üzerinden 20 yıl geçti ben inşallah alacağım o paraları bu ayrı mesele.
Şimdi burada değinmek istediğim şu. İnsanlar hedefleyip bir şeyleri başarmaya karar verdikleri zaman iş hayatlarında da, özel hayatlarında da, hobilerinde de benim inancım başarmamaları mümkün değil. Yeter ki birkaç tane faktörün olması lazım. Bunlardan birincisi genç olması lazım. Her türlü hayat şartına dayanacak kadar genç olmanız lazım, koşturmanız ve çok çalışmanız lazım. O çok koşturmaların, çalışmaların neticesinde çok kaliteli işler yapmanız lazım sonunda başarmamanız mümkün değil. Ben Türkiye’nin Avrupa’ya taşmış, Almanya’ya Amerika’ya, İngiltere’ye, Kıbrıs’a taşmış kocaman bir imparatorluğun sahibi oldum. 3000 insan çalışıyordu yanımda. Başarıdan başarıya koşuyordum. Ne yazık ki koalisyon hükümeti döneminde medya sahibi iki tane sapık. Aynı şekilde kontrolleri altında tuttukları o zaman iktidarda olan partinin başkanı, o da sapık. Bu üç sapık benim büyümemden korktukları için inanılmaz bir strateji yaparak, film gibi planlarla beni yok ettiler.
Şimdi bu bahsettiğim hadise geçeli 15-17 sene falan olmuştur. Ben o tarihten bu yana hiçbir şekilde pes etmedim. Ne yaptım biliyor musunuz? Önce 70’li yaşlara geldiğim için dedim ki sağlıklı olmam lazım ve ayakta durmam lazım. Tabi buhadiseleri yaşarken de bir şok şekere maruz kaldım. Çünkü Türkiye’de ilk defa belki Avrupa’da bile eşi olmayan muhteşem bir reklam ajansına göre dizayn edilmiş bina yaptık ve orada çalışmaya başladık. Binayı benim elimden aldılar ve komik bir paraya bir başka işadamına sattılar. Adam da benim binanın bir gün kendisine satılması için fırsat bekliyormuş. Aldı binayı. Benim de o haberi aldığım gün birdenbire bir baktık ki şekerim 300 mü 500 mü ne unuttum çıkmış. O gün insüline başlayarak ciddi bir şeker hastası olarak hayata devam etmeye çalıştım. Verdiğim karar şuydu: Ayakta duracaksın, haklarının peşinde koşacaksın, katiyen pes etmek ve geri çekilmek yok. İçki içen Nail Keçili sosyal içici bile olsa o içkiyi bıraktı, sigarayı bıraktı. Kendimi yalnız spora verdim. Kilo verdim tam 38 kilo. Şekerimi kontrol altına almaya çalıştım. Ve 15-17 sene sonra ben şekerimi sıfıra düşürdüm. Marmaris’te 30 yıldır devam ettiğim, benim hayatımı kurtaran Ahu Hastanesi’nde değer verdiğim hanımefendi doktorumuz‘’at bu insülini artık senin ihtiyacın yok’’ dedi. O gün keyiften ve zevkten ölecektim. Peki, ne yapacaksın Nail, yeniden çalışmaya mı başlayacaksın? Diye sorarsanız, belli olmaz yeniden çalışmaya başlarım. Kaybettiğim şeyleri geri alma hevesi içinde değilim. Ama bu ülke içerisinde yeniden faaliyet gösterebilirim. Benim meslek hayatımda yani 40 sene boyunca bu ülkeye verdiğim vergiler, en sonunda Rahmi Koç tarafından hayretle karşılanmış bana not yazmıştı‘’ Yahu Nail Bey sen bu kadar vergiyi nasıl verdin?’’ demişti. Ben de ona ödediklerimi ispat edince bana yazdığı tebrik mektubu da Marmaris’teki müze evimde durmaktadır.
Şuna değinmek istiyorum. Yine farkındaysanız deliler gibi koştuğum dönem, sabah 7’de işe gider akşama kadar yani akşam yemeğinden sonra eve giderim. Bütün gün çalışır akşam da müşteriyi ağırlamak gerekebilirdi. Hizmet sektöründe müşteriyi dikkatli tutmanız, elinizin üzerinde ağırlamanız lazımdır. Çünkü müşteri sabun gibidir. Çok sıkarsanız kaçar, avcunuzu açık bırakırsanız düşer. Onun için müşteriye çok itibar etmek lazımdır. Çok başarılı işler yapmak lazımdır. Müşterinizi mutlu ve memnun etmek için verdiğiniz hizmetleri daima çok tutmanız lazımdır. Bunun için Türkiye’de bunu da ilk defa yapan biz olduk. CEN Ajans tam bir hizmet ajansıdır diye başlayarak 28 tane değişik iş yaptık. Müşterilerimizin hepsinin ihtiyacı olan işleri yapan şirketler zinciri kurduk. Kıbrıs’ta, Ankara’da, İstanbul’da, Antalya’da bütün Türkiye’de şubeler açtık. Türkmenistan, İngiltere, Azerbaycan derken yurtdışına da dağıldık ve çok başarılı faaliyet gösterdik. Dünyanın en ünlü markalarına hizmet verdik. Türkiye’de bizim dışında yapıldı mı bilmiyorum ama biz hizmet ihraç ettik onlara faaliyet gösterdik. Philip Morris,Procter & Gamble, Shell, Unilever, British Petrol gibi firmalarla çalıştık. Karşılığında Türkiye’ye döviz geldi. Ödediğim vergileri artık söylemeye utanıyorum. Çünkü o rakamları söylediğim zaman şimdilerde artık kimse vergi ödemediği için nasıl karşılanacağımı da bilmiyorum. Kimselere de bulaşmak istemiyorum. Çünkü beni soyan, dolandıran şerefsizlerin ismini verdiğim zaman beni devamlı mahkemeye veriyorlardı. Komik bir şey söyleyeyim size. Ben hakaret etmişim diye veriyorlardı tabi. Mahkemelerde onların lehine karar veriyordu. Adam hem beni dolandırıyor hem de lehine karar çıkıyorlardı. Çok şükür hepsi geçti bunların.
Size bu haftadaki yazımda tek bir şey söylemek istiyorum. Arkadaşlar, beyler, bayanlar, gençler, bakın idealiniz ne ise o idealinizin peşinde koşmaya kendinizi bağlayıp, koşarsanız, uğraşırsanız, hedefleriniz doğruysa, doğru koşarsanız, devletten hiçbir şey kaçırmazsanız, verginizi öderseniz, namuslu hareket ederseniz, para da kazanıyorsunuz başarılı da oluyorsunuz. Burada son notum da üçkâğıtçılara hitaben Türkiye’yi artık söğüşlemeyin kardeşim. Türkiye, söğüşlenecek dönemi geçti. İş yaptığınız zaman verginizi ödeyin. Vergilerinizi affettirmeye uğraşmayın. Verginizi dürüstçe ödeyin.
Hayırlı haftalar dilerim
M. Nail KEÇİLİ