Eskiden de böyleydi herhâlde şimdi de böyle. Kabadayılar şöhret sahibi olmak, kendilerini gerçek kabadayı diye adlandırabilmek, o sıfata sahip olabilmek için bazı taktikler uygularlardı. Bunlardan en önemlisi içinde bulundukları dönemin en ünlü, en şöhretli artist, işadamı, siyasetçi vs. gibi insanlara yapabilirlerse, imkân bulabilirlerse bir saldırı düzenleyip dizlerinden, bacaklarından vururlardı. Bazı seviyesiz, terbiyesiz kabadayılar da ortaya çıkar onlar bu bahsettiğim türdeki kişilerin alnının ortasından ateş ederek, hayatlarına son vermeye veyahut da onları sakat bırakmaya sebep olurlardı.
Şimdi geçelim hikâyemize yıllar yıllar evvel 2000 yılları civarında dostum, arkadaşım İbrahim Tatlıses ile zaman zaman buluşur zaman zaman sahibi olduğum CEN Ajans’ta oturup, sohbetler ederiz. Küçük misafirlikler yapıp, davetler verip eğleniriz velhasıl. Çok sempatik yakın bir dostumdu. Fakat o da her şöhretli insan gibi ne yazık ki backgroundu çok yetişmiş, çok eğitim görmüş ve çok tecrübeli olmaması sebebiyle zaman zaman insanların kalbini kırar, insanlara hakaret eder, özellikle hanımefendilere karşı çok kırıcı olurdu. Bu da onun büyük özelliklerinden biriydi. Fakat ben eminim ki sağlık ve sıhhat içinde yaşamına devam etseydi mutlaka usul ve adaplar doğrultusunda, insanlara doğru dürüst davranmaya başlayacak ve bugün de yaşının ilerlemesinden dolayı son derece efendi bir hayatı devam ettirip şöhretini de sürdürecekti. Benim İbrahim ile tanışmama sebep olan sevdiğim bir kardeşim, ailemin de yakın dostu olan Ergil Tezerdi. Hürriyet Gazetesi’nde önemli mevkilerde bulunmuş ve gazetenin sahibi Erol Simavi’nin son döneme kadar sağ kolu olan, gazete yayına girmeden evvel mutlaka Ergil’in kontrolünden geçip, yazım ve imla hataları tahsis edilip, düzeltilip ondan sonra gazete baskıya giderdi. Bir süre gazetedeki hayatından çok sıkılmış olan Ergil için Erol Simavi bana ‘’Bu Ergil’i biraz sizin şirkete al, kafasını toparlasın sonra tekrar alacağım.’’ dediği için emir demirden daha keskindir mantığıyla peki dedim. Ve Ergil, CEN Ajans’ta çalışmaya başladı. Zaman zaman arkadaşlar reaksiyon gösterirdi. Derlerdi ki ‘’Bizim şirkette anamız ağlıyor, 48 saat çalışıyoruz. Ergil Bey çıkıyor geliyor dünya kadar da para alıyor kardeşim’’ Ben de yahu bana bu şekilde hitap etmeyin derdim. Ergil, Türkiye’deki tüm sanatkârların bir numaralı arkadaşıydı. Sezen Aksu, Emel Sayın, İbrahim Tatlıses, Müjde Ar, kimi sayarsanız sayın aklınıza gelen tüm assolist, film starlarının can ciğer dostuydu. Çünkü Ergil Hürriyet’in en önemli adamıydı. Hafta Sonu Gazetesi vardı o tarihlerde başında rahmetli Çetin Emeç vardı. Sonra bilindiği üzere teröristler tarafından evinden çıkıp gazeteye gelirken kırmızı ışıkta durduğu sırada vuruldu. Büyük gazeteciydi. O Hafta Sonu Gazetesi’nin yüksek tirajlara erişmesinde büyük rolü olmuş. Ergil de o gazetedeki sanatçılarla bütün ilişkileri götüren kişiydi. Ergil, CEN Ajans’ta beraber çalıştığımız dönemde senede bir kere örneğin bir Sezen Aksu konserini organize etmişti. Sezen ile yaptığı alışverişte geldiğimiz mali nokta bize Ergil’in yıllık değil 10 yıllık belki de 20 yıllık maaşının hepsini çıkaracak boyutlarda, indirimli, tasarruflu ve dost işi olurdu. İşte İbrahim ile de böyle tanıştık.
Rahmetli Egemen Bostancı, Türkiye’de ilk defa muhteşem sanat organizasyonları, müzikaller yapan hala adı çok duyulan Hisseli Harikalar Kumpanyası’nı icra etmiş, İstanbul Taksim’de Şan Sineması’nı uzun yıllar bu tarz anlayışla işletmiş, büyük üstattır. Egemen Bostancı, hem üvey babamın, annemin hem de benim iyi dostumdu. Hem genç hem orta yaşlılara hitap edecek bir beyefendiydi. Aynı zamanda Milliyet’te gazeteciydi fakat daha sonra mesleğini bırakarak kendisini müzik organizasyonlarına adamış ve dünya çapında işler yapmıştı. İşte biz o tarihlerde onlarla birlikte yetişmiş, onların görgü, tecrübe ve usullerini öğrenmiş gençlerdik. Evet, sahip olduğumuz ajans itibarlı ve büyük yerlere gelmişti. Fakat benim için Ergil Tezerdi, Egemen Bostancı ve onun gibi insanlar muhteşemdir. Ergil’in yanında çalışan insanlar bugün ya artist ajanslığı yapmaktalar veyahut da büyük müzik ve dizi işleri yapmaktalar. İsim vermek istemiyorum çünkü çok hayırlı olduklarının kanaatinde değilim. Bu mesleklere girip büyük işler yapıp, iyi paralar kazandıktan sonra eğer paran varsa selamı bol paran yoksa selamı olmayan şahsiyetler tanımaktan dolayı üzgünüm. Ve yanılgımdan dolayı da kendime zaman zaman kızıyorum.
Bakınız bu dönemlerden bir tanesinde şöyle bir hikâye hatırlıyorum. Söylerken sıkılıyorum, anlatırken bile üzülüyorum. Arkadaşlar, İbrahim Tatlıses benim o tarihlerde Marmaris’te yaptırdığım yazlık evime geldi, teknemle açıldık, evimin saunasında çiğ köfte yaptık, inanılmaz kebaplarını her gün tıka basa yedik. Öyle bir dostlukla güzel günler geçirdik. Sonra CEN Ajans’ta verilmiş bir akşamüstü davetinin ardından davet biter bitmez hadi bir yere gidelim dediler. İbrahim, Ergil, ben ve birkaç arkadaş o tarihte Adres isminde çok tutulan, takdir edilen bir mekâna gittik. Sahibi Ersoy Çetin hem Galatasaraylı yani bizden hem de yakın arkadaşımızdı. Gittik ve içerisi hıncahınç insan dolu. Çünkü o zamanlar Türkiye’nin en büyük ve itibarlı İstanbul Gelişim Orkestrası sahne alıyordu. Grubun içinde Tunç ile beraber müzik yapan birçok ünlü bestecimiz ve sanatçımız da bulunuyor üstelik orkestranın solisti ise Ajda Pekkan. O gece gittiğimiz yerde bize muhteşem bir müzik şöleni yapacaktı. Kalabalık dolayısıyla pistin hemen üstünde orkestranın hemen altında bize bir bistro masa hazırladılar, biz de o masaya yerleştik. O sırada Nilgün Hanımefendi’den kopma gayreti eşekliğinde olduğum bir dönemdi. Pistin önünde muhteşem bir itibar ile son derece havalı bir şekilde duruyorduk, ritim yapıyorduk, müzik dinliyorduk yani kendimizi bir halt zannediyorduk. Kafamı bir çevirdim sağ taraftaki en ön en itibarlı masada Nilgün Keçili Hanımefendi bizim eski sevgili dostlarımızla oturuyor. Tabi son derece rahatsız oldum. Fakat Nilgün son derece asil bir kadındı ve benim oradaki mevcudiyetimi bir sorun yapmadan efendi gibi orkestranın çaldığı müziklere katıldı. Biraz daha zaman geçti millet bağırmaya başladı, İbrahim Tatlıses’i sahneye istiyorlar. Tabi biz de orkestradaki arkadaşlarımıza müsaade edin dedik. Onlar da ‘’eğer İbrahim şuanda sahneye çıkarsa ne Ajda’nın havası kalır ne bizim orkestranın havası kalır. Sen idare et İbrahim misafir olarak otursun.’’ demelerine kalmadı İbrahim, o kadar cin ki fırladı sahneye, aldı mikrofonu eline ve o tarihte şuanda hatırlayamadım muhteşem Batı müziği ve bizim müziklerin karışık olduğu bir parçayı söyledi. Kulüpteki bütün masaların üzerine hanımlar çıkıp deliler gibi dans ettiler. Ben kenara çekildim ve orkestranın önündeki setin üzerine oturdum ve hayatımda bir daha göremeyeceğim bu manzarayı hayranlıkla seyretmeye başladım. İşte İbrahim Tatlıses buydu. Katiyen bırakmadılar sahneden. Fakat İbrahim o kadar akıllı bir adam ki biraz zaman geçti sahneye Ajda’yı yeniden sahneye çağırarak onunla birlikte bir müzik ziyafeti verdi. Dolayısıyla hem orkestra tatmin oldu hem Ajda Hanımefendi tatmin oldu. İbrahim de milleti mutlu etti o geceyi bu şekilde yaşadık. Bir süre sonra seneler o kadar çabuk geçiyor ki arasını uzun uzun anlatmaya vaktimiz yok.
Bendeniz koalisyon hükümeti dönemine kadar geldik. Ajansım, şirketlerim hepsi canavar gibi büyüyor, başarıdan başarıya koşuyorduk. Hatta Türkiye’de yerel medyaları birleştirerek bir toplu medya birliği kurmuş ve TRT ile ortak etmiştik. Biz de işin içinde, işin pazarlamasını yaparak muhteşem bir şey yapmıştık. Ve medyada da çok büyüyorduk. O sırada Hürriyet Gazetesi’nin o tarihteki hasbelkader patronu Aydın Doğan, Koalisyon hükümetinde başbakan yardımcısı olan Mesut Yılmaz’a talimat veriyor. Çünkü Aydın Doğan, Mesut Yılmaz’a hep talimat verirdi. Talimatında diyor ki bu Nail Keçili’yi yok edeceksiniz. Daha sonra Dinç Bilgin yok edilecek. Daha sonra Cem Uzan yok edilecek. Ne olacak? Bütün medya Aydın Doğan’a kalacak. Nail Keçili, ilk yok edilen. Çok güzel bir şekilde kendi bankalarını yüceleştirmek, büyütmek ve değer kazandırmak için küçük bankalara el koydurdular. Bütün bankalar battı. Aydın Doğan’ın ve Mesut Yılmaz’ın kardeşinin bulunduğu bankalar uçtu uçtu uçtu ve milyar milyar milyar dolarlara satıldı. Öbür bankalara el konuldu ve üzerlerine bütün devlet bankalarından götürdüğü paraların hepsi de borç kaydı olarak işlendi. El konulan bankaların sahiplerinin de birçoğu hapse atılarak o paraları ödemek zorunda kaldılar. Ve TMSF denilen muhteşem tehlikeli bir kurumu ortaya koyup, özel kanunlar çıkarıp olmayacak bir dikta yaşattılar. Ve o diktada Nail Keçili’yi yok ettiler. Şirketleri, okulları, serveti gitti ve hiç beklenmedik bir tarihte de bir gazete patronu tarafından Nail Keçili dolandırıldı. Ne kadar mı? O malların, paraların hepsini TMSF aldı Nail Keçili’den. Hiçbir borcu olmamasına rağmen o şerefi kıt gazete patronunun yaptığı oyunlarla, Fethullah Gülen’in avukatlarını kiralayarak TMSF’yi üzerine tazyik ederek, kendisi hem Nail Keçili’yi dolandırdı hem milyarlar götürdü. Ve TMSF de Nail Keçili’ye olan borçların hepsinin üzerine yattı. Bu muhteşem oyun oynandığı sırada hükümet değişti. Bakın Beyler, 20 küsur sene geçti aradan ve alacaklarımdan bir tek kuruş bile Nail Keçili’ye ödenmedi. Ve o gazete patronu da milyoner oldu. En son duyduğum bir şey de ağırıma gitti. Bu damat bakan var ya işten ayrılan ona kadar intikal etmiş Nail Keçili’nin alacakları. O da bizim işlerle uğraşan zevata diyor ki ‘’Biz sorduk TMSF’ye, Nail Keçili’ye borç morç yokmuş kardeşim, ne borcu varmış yahu, üstelik daha onun vermesi gerekiyormuş’’ demiş. NAH para verecek Nail Keçili, NAH borcu yok TMSF’nin Nail Keçili’ye UTANIN BE UTANIN!
Dipnot: İbrahim’in ben hapse girdikten sonra haftada en az 2 kere CEN Ajans’a gidip çalışan arkadaşlarımı ziyaret edip, hatır sorup, moral vermesini de hiçbir zaman unutamayacağım.
İyi haftalar
- Nail KEÇİLİ