Eminim dikkat etmişsinizdir, tıp doktoru olup da aynı zamanda ressam, heykeltıraş, müzisyen ya da koleksiyoner olan çok kişi vardır. Nedir bu sanat ve tıbbın birbirinden vazgeçemeyişinin sebebi? Nedir aralarındaki bu çekim? Aslında yüzyıllardır süregelen bir ilişkidir bu. Taş devrinden beri var olduğuna inanılan tıp ve sanat ilişkisi M.Ö 2300’de başlayan Hinduizm’de, Eski Yunan’da ve Roma’da hatta ilkel Afrika sanatı ve bugün Okyanusya denilen Büyük Okyanus ve Hint Okyanusu arasındaki ada medeniyetlerinde bile varlığından bahsedilir. İlerleyen dönemlerde ise büyük ustalar Bellini, Da Vinci, Dürer, Goya çalışmalarında tıp ve sanatı birleştirerek tarihin izinden gitmişlerdir.
Yüzyıl önce patolojinin babası olarak kabul edilen lösemi, emboli, kordoma gibi önemli hastalıkları bulan ve isimlendiren Alman bilim adamı Rudolf Virchow da metodolojik tıp çalışmalarını sanat ile birleştirmişti. Aynı sene Karl Marx iki sektörün ortak noktalarını çıkarttığı yoğun bir liste çıkarttı. 11 sene sonra Ludwig Choulant, History and Bibliography of Anatomical Illustration in Its Relation to Anatomic Science and the Graphic Arts adlı kitabını yayınladı. Choulant’ın yaptığı erken çağlardan 1850’lere artistik anatomi çalışmaları ve çizimlerini göstermekti. Çocukluğunda bir sanatçı ile tıp insanı olma arasında karar vermekte zorlanan büyük Fransız Nörolog Jean Mardin Charcot da bu iki tutkusunu birleştirdi ve 1888’de Iconographie Photographique de la Salpetriere (Beyin ve sinir hastalıkları üzerine) adlı kitabı yayınladı.
Doktorlar sanata olan önemi diğer birçok sektör çalışanından daha önce yakalamış gibiler. Bunun sebebi, doktorların daha duygusal olmaları ve yaşadıkları gerçekçi hayattan biraz olsun uzaklaşıp nefes almak istemelerinden kaynaklanıyor olabilir. Bu arada dünyada çok da enteresan tıp ve sanat müzeleri olduğundan bahsetmek istiyorum. Sanatın en önemli merkezlerinden biri olan Londra’nın merkezinde Wellcome Collection Müzesi’nde biyoloji, sağlık, tıp ve sanatı bir arada bulabilirsiniz. Devamlı koleksiyonlarından biri olan Medicine Man Müze’nin sahibi Sir Henry Wellcome’a adanmıştır ve sergide tıp ve sanatın tarihi (History of medicine in art) anlatan tablolardan oluşmuş bir koleksiyon vardır. Patolojinin babası Rudolf Virchow da tıp ve sanat ilişkisini güçlü temellere oturttuğunu kurduğu Patoloji Müzesi ile kanıtlayan bilim adamlarımızdan… Troya antik kenti kazılarında Heinrich Schliemann’a eşlik eden Virchow burada işyeri doktorluğu yapmıştır. Müzede hala Doktor Virchow’a ait koleksiyon sergileniyor.
SANATA TUTKUN BİR İSİM
Ben hazır yeri gelmişken her iki sektörün de çalışanlarına hayran olduğumu belirtmek istiyorum. Ve hayran olduğum belki de sizin de tanıdığınız çok değerli bir isimden bahsetmek istiyorum. 31 Ocak 2021’de kaybettiğimiz benim ve ailem için çok değerli bir büyüğüm, Cengiz amcam, baba yarım… Ülkemizin ilk beyin cerrahlarından, İstanbul Tıp Fakültesi’nde Beyin Cerrahisi bölümü açıldığında giren ilk 3 öğrenciden biri Cengiz Aslan’ın mesleğine olan aşkı kadar bir de sanata olan tutkusu vardı. Müthiş bir Türk klasik resim sanatı koleksiyoneri olan, sanatçıları birebir tanıyan konuşan dinleyen, hastalarından vakit buldukça ki, bu ancak bazı cumartesi veya pazar akşamüstleri olabilirdi. Bu vakitlerde antikacıları dolaşan, ustalarla sohbet eden, sanatçı atölyelerini gezen, müzayedelerin ilk katılımcılarından, her eserin tarihini inceleyen, sanatçısını bilen ve anlatan müthiş bir sanat aşığı doktordu.
Müzayede tecrübem bir genç kızken kendisiyle ve kardeşim dediğim kızı Aslı ile başladı. Bir dönem her hafta sonu bizi müzayedelere götürür, eserleri anlatır imtihana tabii tutardı. Bir Hoca Ali Rıza tablosunu sanki kendisi yapmış gibi anlatır, sanatçının yanındaymış gibi detaylı hikayeleri ile anlatımını süslerdi. İbrahim Çallı’nın Manolyalar’ına aşıktı. Öyle güzel anlatırdı ki her manolya gördüğümüzde annemle onu hatırlardık. Genç sanatçılara da, emekçilere hep destek olurdu. Artkolik’in Türk Resim Sanatı derslerinden birine yanına İbrahim Çallı’nın tablosunu da alıp gelmiş, dersimize katılmış, bize bilgilerini ve tecrübelerini anlatmıştı.
Mesleği kadar sanata da aşık olan bu değerli beyin cerrahı Cengiz Aslan, önce insan sonra doktordu. Belki de bu özelliği onun Doktorlar sanata olan önemi diğer birçok sektör çalışanından daha önce yakalamış gibiler. Bunun sebebi, doktorların daha duygusal olmaları, yaşadıkları gerçekçi hayattan biraz olsun uzaklaşıp nefes almak istemelerinden kaynaklanıyor olabilir. sanata olan aşkının sebebiydi. Ne kadar özel bir ruh olduğu kelimeler ile anlatılamazdı.
Allah’ın her kuluna o sıcacık kalbiyle aynı muameleyi yapan, sıkılmadan yılmadan maddi-manevi, biyolojik ve her türlü derdini dinleyen doktorluk görevine ilaveten her türlü yardımı yapan dünyaya inmiş bir melekti. İnsanlık için büyük bir kayıp oldu… Ailesi, dostları, hastaları, öğrencileri kadar onu arayacak olan bir sanat dünyasını da geride bıraktı. Sanatın iyileştirici gücünün ruhuna yansıdığını birebir gördüğünüz, insana güç ve huzur veren bir insandı Cengiz Aslan. Bilim adamlarına kulak verip özellikle bugünlerde biz de sanatın iyileştirici gücüne sarılmalıyız belki de…