Sanatın dünya başkenti olan Paris, çağdaş sanat liderliğini Londra’ya bırakmıştı. Ancak son yıllarda, Paris, Londra’nın tahtına göz dikti. Nazlı Keçili, Paris ile Londra’nın sanat yarışını yazdı.
Son senelerde dünyanın sanat şehri Paris’in çağdaş sanatın merkezi Londra’nın bu alanda da rolünü çalabileceği herkesin dikkatini çekmekte . Özellikle çağdaş sanatta Londra uzun yıllardır Avrupa’nın başkenti durumundayken son senelerde Paris’te açılan ve hızla çoğalan çağdaş sanat galerileri ile Paris’in birinci sırayı kapma olasılığı bu iki önemli Avrupa başkenti arasında gerçekten de dişli bir yarış çıkarttı diyebiliriz. Dünyada yaratıcılığın en önemli merkezi olan Londra özellikle 19.yüzyıl sonları ve 20.yüzyıl başlarında çağdaş sanatın yükselişinde rol alan en önemli şehir oldu. Senelerdir de bu şekilde devam ediyor. Paris’in sanat ile ilişkisi tabii bambaşka. Paris kültürel mirası ile sanat tarihinin en önemli şehirlerinin başında geliyor bu tartışmasız. Yüzyıllardır sanatçıların yasamak ve üretmek için can attıkları sokaklarında bugünün ŞAHESERLERİ kabul edilen bir çok esere imza attıkları en ilham verici şehir diyebiliriz. Sanat tarihinde Paris’in çok önemli bir yeri var. Müzelerinden saraylarına antikacılarından galerilerine moda evlerinden gece kulüplerine sanat tarihinin birçok sanatçıya ve eserine ilham vermiştir. Diğer tarafta Londra müziğin en onemli gruplarının, en değerli tiyatrocuların yetiştiği ve belki en de yaratıcı pazarlamacıların yaşadığı son derece kozmopolit ancak bir o kadar geleneksel ve eski kraliyetinin halen var olduğu değerli bir şehir. Bu iki şehrin de sanat dünyasında ki rolü tartışılmaz.Ben biraz size bugun Contemporary Art denilen cagdas/ güncel sanatın merkezi sayılan Londra’nın sanat tarihinin en güzel sahibesi Paris ile bu alanda da başa baş hale geldiklerinden bahsetmek istiyorum. Özellikle son günlerde sanat kritiklerinin de Paris Londra’yı geçiyor mu ya da Londra dikkat et Parıs geliyor!” gibi yazılarıyla çok karşılaşıyoruz. Gerçeklerse Paris’te genel sanat tarihinin ustalarının çok önemli sergilerinin dışında Parisien galericilerin hızla yükselişleri çok dikkat çekiyor. Tabii burda en önemli sebeplerden biri İngiltere’nin Brexit Krizi oldu diyebiliriz.
Aslında Fransa zaten sanatta %5,5 ile en düşük ithalat KDV’lerinden birine sahipti ama Birleşik Krallık %5 ile daha düşüktü. Ancak Brexit kriziyle Fransa, AB dışındaki ülkelerden sanat getirmek için bariz bir seçim olma yolunda ilk adımı atmış oldu. Fransız buna ilaveten sanat pazarını teşvik etmek için ihracatla ilgili yeni bir anlaşmada çıkarttı. İngiltere’nin AB’den ayrıldığı gün olan 1 Ocak 2021’de Fransa, ihracat “pasaportlarının” gerekli olduğu eşik değerlerini 50 yaşın üzerindeki tablolar için 300.000 Euro’ya ve heykeller için 100.000 Euro’ya yükseltti. Bu sertifikalar ve bunların problemli Fransa’nın gerçekten İngiltere’nin sanat ticareti kendisine döndürmesi de etkili olacaktı.
Fransa’nın lehine bir hareketi de, Afrika sanat fuarı olan !) 1-54’ün pop-up baskısını Paris’te ilk kez düzenleme kararıydı. 20-23 Ocak tarihlerinde Christie’s’in binasında gerçekleştirildi ve müzayede evinin Paris’teki kendi satışları için Afrika sanat pazarını gözetliyor olabileceği söylentilerine yol açtı. Sadece 20 katılımcı ve yoğun sağlık önlemleri ile etkinlik kısıtlı, ancak satışlarla ilgili raporlar olumlu görünüyordu. Katılımcılardan biri, Ocak ayında Fransız sanatçıları JR’nin küratörlüğünde (20 Şubat’a kadar) bir gösteriyle Centre Pompidou’ya yakın yeni bir mekan açan Galleria Continua idi. David Zwirner ve White Cube da Paris şubesini açarken, Kamel Mennour başkentteki ayak izini genişletti. Bu arada bence en etkileyici şeylerden biri de Parisien galericilerin önemli çağdaş sanatçıların sergilerini Musee D’orsay Grand Palais ya da Versailles gibi tarihin en önemli saraylarının içinde yapmalarıydı.
Örneğin en önemli galerilerden biri olan galeri Perrotin’in sahibi Emmanuel Perrotin’in seneler once Versaille’da yaptığı Murakami sergisi yada geçen ay açtığı Jean-Micheal Othoniel’in Petit Ppalais’deki muhteşem sergisi bunlarınn en güzel örneklerinden diyebilirim.
Sanatın yüzyıllardır en güzel ev sahibinin evinde sanatın yaramaz çocuklarını misafir etmesi… Tarihin en güzel saraylarında 17.yüzyıl ile 21.yüzyılın sarılması… Bana çok etkileyici geliyor. Sanırım, Londra her ne kadar Paris kadar eski bir tarihe sahip olsa da bu sanatsal birlikteliği son senelerde yansıtamadı.
Art News’a konuşan Pierre Naquin de “Paris zaten altyapıya, lojistiğe, know-how’a sahip ve buna ek olarak merkezileştirilmiş durumdayken, Almanya’nın bir dizi bölgesel merkezi artı kısıtlayıcı ihracat yasası var; İtalya’da korkunç bir bürokrasi var” diyor ve bu tacı “Londra’dan devralabilecek başka bir Avrupa şehri görmüyorum.” Diye eklerken halen Londra’nın çağdaş sanat merkezi olarak eline uzun vadede su dökülebileceğine inanmayanlar da var.
Örneğin sanat piyasası ekonomisti Clare McAndrew, durumu oldukça farklı görüyor. “Elbette, Paris’in şu anda Avrupa ticareti için bir fırsatı var, ancak insanlar ticaretin Brexit’ten sonra oraya gideceğini varsayıyor” diyor; “Ancak tehlike, nakliyecilerin AB’den tamamen uzak durmasıdır.” Bu, Fransa’nın henüz zafer çığlıkları atmaması gerektiği anlamına geliyor diye ekliyor.
Bence bu Paris ve Londra arasındaki tatlı sanatsal yarış sanat dünyasında çok daha enteresan projeler dogurur diye düşünüyorum. Sanırım bize düşen de ortaya çıkacak bu son derece yaratıcı ve tarih ve sanat kokan projeleri oldukça gezip görmek ve bu yarışın keyfini çıkarmak…