İngilizlerin efsane modacısı Vivienne Westwood, aykırı tasarımları kadar sanat tarihinden ilhamla hazırladığı koleksiyonlarıyla da moda dünyasına damga vurdu. Nazlı Keçili, Westwood’un moda ile sanatı nasıl buluşturduğunu yazdı.
Vivienne Westwood, 1941’de bir fabrika işçisi ve pamuk dokumacısının kızı olarak Derbyshire’da bir köyde doğdu. Ailesiyle birlikte Londra’ya taşındı. İlkokul öğretmeni olmak üzere eğitim alıp evlenen Westwood’un ilk eşinden ayrılması onun yeni kariyerine giden yolda ilk adımlarını atmasına olanak sağladı. Bu ayrılıktan sonra Malcolm McLaren ile tanışması ve daha sonra birlikte çalışması, Westwood’a terzilik ve moda dünyasına dair doğal yeteneğini kullanma fırsatı verdi.
1960’ların sonlarına doğru moda olan hippi akımını reddeden Westwood ve McLaren, Chelsea’deki mağazada rock&roll modası satmaya başladılar. Bu akımı fetiş giysi tasarımları takip etti. 70’ler moda dünyası için oldukça provakatif görülen bu tasarımlar ile sektörü şoke etme misyonunu da üstlenmiş oldular
Vivienne Westwood genellikle punk’ın yaratıcısı olarak anılır, ancak punk’ın karmaşık doğuşu, İngiltere’nin 1970’lerin ortalarındaki bunalımlı ekonomik ve sosyopolitik durumuyla da oldukça ilişkilidir. Punk, yeni tanınan ve etkili gençlik kültürünün bir ürünü olduğu kadar, baskıcı ve modası geçmiş olarak görülen eski nesillere karşı bir gençlik hareketiydi. Westwood gibi yaratıcı ve girişimci insanlar genellikle alt kültür tarzını modanın ön saflarına taşıyan bir estetiğe katkıda bulunmaktan geri durmazlar.
Her ne kadar punk’ın yaratıcısı olarak anılsa da Vivienne Westwood, çağdaş modanın en orijinal görünümlerinden bazılarını yaratmak için sürekli olarak tarihten ve sanattan ilham aldı. Malcolm McLaren ile sokak modası yarattığı yıllarda bile, Westwood’un tasarımları tarihi stillere gönderme yapıyordu. Bir bakıma arketipsel punk görünümü olan Bondage, 20. yüzyılın başlarındaki askeri giyimi yansıtan halkalı bir kemer de dahil olmak üzere birçok incelikle yapılmış öğe içeriyordu.
18. yüzyıla ait bir korsan gravüründen ilham alan Pirate koleksiyonundaki pantolonlar adını 17. yüzyılda var olmuş Buccaneer isimli korsanlardan alıyordu. 1983 Witches koleksiyonu ile erkek modasına yeni bir soluk getiren Westwood bu sefer de Birinci Dünya Savaşı’nda askerler tarafından giyilen yağmurlukları abartılı formlarla
dönüştürüyordu.
1985 yılında aynı isimli bir koleksiyon için tasarlanan Mini-Crini, Viktorya dönemi kabarık etek yapısını modern mini etekle birleştiriyordu. Çan benzeri etek, 19. yüzyılın en ünlü giysilerinden birinin cesur bir şekilde elden geçirilmesi ile Westwood’un en ikonik görünümlerinden biri haline gelmişti.
1990’lar boyunca Westwood, yeni teknolojileri kullanarak tarihten görüntüleri daha hızlı bir şekilde kullanmaya başladı ve en sevdiği tabloların tıpkıbasımlarını doğrudan tasarımlarının üzerine bastı. Örneğin Portre serisi, Londra’daki Wallace Koleksiyonu’nda bulunan, François Boucher’nin Daphnis ve Chloe adlı 18. yüzyıl Fransız tablosundan detayların basıldığı bir korseye sahipti.
Bu koleksiyon aynı zamanda, Westwood’un, André-Charles Boulle tarafından tasarlanan ve V&A koleksiyonunda yer alan bir mobilyadan ilham alan kadife bir parça da içeriyordu. Westwood 2003’te sanat tarihinden imgelere doğrudan atıfta bulunmaya devam etti ve François Boucher’nin bir tablosundan ilham alarak Madame de Pompadour’un buruşuk ipek elbisesini yeniden yorumladı.
Westwood’un tasarım sürecinde tarihten nasıl ilham aldığını onun kendi sözleri ile analım:
“Geçmişten, asla istismar edilmemiş bir tür canlılığa sahip bir şey alıyorum ve çok yoğunlaşıyorum. Bunun sonunda orijinal bir şey yaparsınız çünkü kendi fikirlerinizi üst üste bindirirsiniz.”