Yeni nesil sanatçıları sanatseverlerle 2. kez buluşturmaya hazırlanan BASE İstanbul’un kurucu ortağı Ali Kerem Bilge ile bir araya geldik. Kendisiyle hem 20-23 Aralık tarihleri arasında, Galata Rum Okulu’nda gerçekleşecek BASE İstanbul projesini, hem de Türkiye’nin en önemli aile koleksiyonlarından birini oluşturan babası, çok değerli Muhsin Bilge’yi konuştuk.
Röportaj: Sebla TANIK
Babanız Muhsin Bilge, Türkiye’nin en önemli aile koleksiyonlarından birini oluşturdu. Muhsin Bilge’nin oğlu olmayı anlatır mısınız?
Babam çok egzantirik, az bulunur türden, hem bir koleksiyoner, hem bir sanatsever, daha çok yabancıların ”curious” dedikleri, güzel şeylere merak duyup onlara sahip olmak isteyen biriydi. Son dönemlerinde daha çok iki sanatsever ilişkisine dönüştü ilişkimiz. Onunla bir arada olmak, antikacılara, Kapalıçarşı gibi yerlere gitmek, onun gördüklerini uzun uzun incelemesini izlemek, tamamen kendi zevkiyle alım yapan, tutkulu bir sanatseverle birlikte olmak müthiş bir duygu. Babamla fuar gezmeyi çok severdim. Onun kaybından sonra en çok özlediğim şeylerden biridir bu. Şimdi bütün bu olan biteni babamla paylaşamamanın yokluğunu da çok hissediyorum.
Peki Bilge Koleksiyonu’nun karakteristik özelliklerinden bahseder misiniz?
Belli sanat stili olan bir koleksiyondan ziyade, sanatçıyı derinlemesine tanımaya yönelik. İlk aşkı ve bağı eser kuruyor tabii ki. Ama sanatçıyı tanıdıktan sonra, A’dan Z’ye onun ruhunu yakalamaya çalışan bir koleksiyon. Arada farklı işler barındırsada, koleksiyonumuzun ana damarlarında sanatçıların akademi yıllarından işleri, dönem dönem denedikleri farklı işleri ve süprizlerinden oluşan retrospektifleri var.
Sizin aktif olarak sanat piyasasına girişiniz nasıl oldu?
Okullar, sorumluluklar, iş hayatı derken kendimi kariyerime adamıştım. Türkiye’de 2008 dönemi, ekonomik anlamda parlak bir tablo var gibiydi. Bu parlak tablo sanat dünyasına da yansımıştı. Ve biz uluslararası fuarlara gitmek istedik babamla. New York, Atina, Bologna gibi yerlerde sanat fuarlarına gittik birlikte, kız kardeşim de dahildi bu sürece. Babamla New York’ta bulunduğumuz dönem bir ev bulup birlikte kaldık. İste ya da isteme, sana ailenin bir bilgi birikimi ve kültür aktarımı oluyor. O dönem şirket kariyerimi sonlandırmak ve New York’ta kalmak istedim. Aile koleksiyonumuza zaman ayırmak, sanata odaklanmak istiyordum. Microsoft’ta çalışıyordum ve önemli bir kariyeri geride bıraktım. Galeri, koleksiyoner, sanatçı ilişkilerini daha yakından tanımak, network geliştirmek adına bir sanatçının yanında asistanlık yapmaya başladım.
Peki gelelim BASE’e, fikir nasıl ortaya çıktı?…
Yeni çıkan genç sanatçıları bilmek adına Türkiye’de mezuniyet sergilerine ne kadar gitmek istesem de, yeterince haberim olamadığından kaçırıyordum. Bunu önceden duyurmak, insanları bilgilendirmek apayrı bir iş biliyorsunuz. Okullarda bu sergileri düzenleyen kişilerin çok yoğun bir programı var ve mevcut programları içerisinde duyuruya yer ayırmaları zor. Katalogları takip etmeye çalışıyordum ama onlar bile belki bir yıl sonra basılmış oluyordu. Amerika’da kaldığım dönemde mezuniyet sergilerini daha yakından takip edebildim. Orada mezuniyet sergileri post-endüstriyel yapılarda güzel bir veda partisi havasında gerçekleşiyor. Mezunların işlerini sanatseverlerle paylaşması için fırsat olarak da değerlendiriliyor. Dönünce ”Bunu Türkiye’de nasıl yapabiliriz, yeni nesle nasıl ulaşabilir ve destekleyebiliriz?” diye düşündük. Fikir bu şekilde ortaya çıktı.
Peki nasıl bir destek ve çalışmayla ilerlediniz?
Çok zor imkanlarla yapılan bir proje. Sadece eşim İdil Bilge ve arkadaşımız Aslı Boduroğlu ile birlikte, üçümüz çalışıyoruz. Her şeyle biz ilgileniyoruz. Bu süreçte, önce İstanbul’da, Yeditepe Üniversitesi, Marmara Üniversitesi, Mimar Sinan gibi okullarla görüştük. Daha sonra Türkiye’deki tüm üniversitelerden katılım sağlamak istedik. Çünkü yaratıcılık ve sanatın belli bir lokasyonda yapılmasına gerek olmadığını düşünüyorum… Kendi çabamız ve bütçemizle şehir dışındaki üniversitelere gitmeye başladık. Onların da seslerini duyurmaya ihtiyaçlarının olduğunu gördüm. Duyurularımıza başladık, insanların kendilerini içinde rahat hissedebileceği bir mekan arayışına girdik. Galata Rum Okulu gidip geldiğimiz tanıdığımız bir yerdi ve Base’i orada yapmaya karar verdik. Sonrasında çok değerli sponsorlar bulduk. Onların da desteği ile ortaya her şeyiyle başarılı etkinlik çıkartmaya çalışıyoruz.
Geçen yılın BASE katılımcıları kamu, sanat sektörü ve medya ile buluşma konusunda ne gibi fırsatlar yakaladı?Bizim birinci amacımız; tanımadığımız sanatçılarla, onların da tanımadığı insanların bir araya gelerek, birbirine fayda sağlayabileceği bir platform yaratmaktı. İkinci amacımız ise; sanatçılar ürettikleri eserleri bu platformda satabilsinler… Mezun oldukları senelerinde, kendilerine maddi bir katkı da sağlayabilsinler istiyoruz. Bu cesaret veren bir şey biliyorsunuz. Geçen yıl 103 sanatçı seçtik. Geçen seneki sanatçılarımızın bu sene sanat dünyasına karışmaya başladıklarını, kendi aralarında inisiyatifler kurduklarını, networkler oluşturduklarını, yurt dışındaki önemli okullara başvurup kabul edilenleri görüyoruz.
Sizden sonraki kısmında sanatçılarla iletişiminiz nasıl?
Bağları kopanlar elbette olabiliyor. Ancak biz kariyer gelişimlerini takip edip bağımızı koparmamaya çalışıyoruz. Bu ilişki biraz da doğal olarak oluşuyor aramızda, farklı projeler de doğabiliyor. Örneğin ”Düşler Ülkesi Troya” adında bir sergi yaptık. Base sanatçılarından başvurular oldu. Oraya iş üretme şansına sahip oldular. Bu tür fırsatlar çıkıyor ve Base gittikçe büyüyen bir aileye dönüşüyor.
Etkinliğin gerçekleşecek olduğu Galata Rum Okulu, yüksek tavanlarıyla, neo-klasik mimarisiyle ünlü nostaljik bir yapı. BASE’le mekan arasında nasıl bir ruh dinamiği yakaladınız?
Galata Rum Okulu yıllardır sanat etkinliklerinde kullanılıyor ve dolayısıyla sanatseverlerin aşina olduğu bir mekan. Artık okul vasfını kaybetmiş olsa da, okulundan henüz mezun olmuş gençlere ev sahipliği yapması onun okul ruhunu diri tutuyor diye düşünüyorum. Geçen senenin, Grafik Tasarım, İllüstrasyon gibi bölümlerinden Base’i kazananların işlerini bir sınıfta toplayıp sıraların üzerinde sergiledik mesela. Ayrıca 100 yıldan fazla geçmişi olan bir binada çağdaş, yeni dalga bir serginin yer alması hoş bir zıtlık oldu.
BASE İstanbul kapsamında BASE Talks söyleşileri de olacak. Bu yıl ki panellerden bahseder misiniz?
5 günlük programımızda genç sanatçılarla, kariyerinde belli bir yol kat etmiş sanatçılar, galeriler, koleksiyonerler ve sanatçılar bir araya gelirken, bir yandan da bazı konular üzerine konuşmak istedik ve bu çok sevildi. Sabahın erken saatlerinde başlayan paneller de, akşam saatlerinde gerçekleşen paneller de çok ilgi gördü. Bu bir yandan, kariyerine yeni başlayan jenerasyon için, 5 günlük bir seminer niteliği taşıyor. İdol olarak gördükleri sanat piyasası aktörlerinin tecrübelerinden faydalanıyorlar paneller sayesinde. Geçen sene Base’deki panellerin dinleyicilerinden sürenin uzamasıyla ilgili bazı talepler oldu. Bu yıl Base Talks’daki konuşmaları 1 saat olacak şekilde düzenledik.
Katılımcı eserlerini neye göre seçiyorsunuz?
Biz bu platformu oluşturduk, seçimi ise bağımsız ve tarafsız bir jüriye bıraktık. İlk sene 18 kişiden oluşan bir seçici kurulumuz vardı. Galeri direktörleri, kariyerli sanatçılar, kariyerinde orta noktaya gelmiş sanatçılar, tasarımcılar, küratörler gibi her sese kulak verebilecek kişilerden oluşuyor jürimiz. Değerlendirme sürecimiz yaz aylarında gerçekleşti. İnternet bazlı bir sitede jüri üyelerimiz eserlere oy veriyor. En çok oyu alan eserler seçiliyor. Bu yıl ki seçici kurulumuzda Deniz Artun, Aslı Altay, Ceren Erdem, Ali Akay, Burçak Bingöl, İnci Aksoy, Hale Tenger, Başak Doğa Temur, Nathalie Angles, Ahmet Elhan, Arie Amaya-Akkermans, Derya Yücel, Ferhat Özgür, Huma Kabakçı, Sara Raza, Şener Özmen, Seyhan Topuz, Yunus Büyükkuşoğlu var.