Taylan Biraderler olarak bildiğimiz sinemacı kardeşler Yağmur ve Durul Taylan, ayrı rastlamanın pek mümkün olmadığı isimler. Ancak burada ilk kez ikisini bir arada göremeyeceksiniz… Yoğun temposuna rağmen bize zaman ayıran yönetmen Durul Taylan’la, dünya ve günümüz sinemasının durumu ve sansür üzerine sohbet ettik…
Röportaj: Sebla TANIK / Fotoğraf Ferhat KARALAR
Yönetmen bir sahneyi çekerken milyonlarca olasılık arasından kendi tarzıyla, kendi bakış açısıyla yansıtır. Üçüncü kişiler tarafından buna müdahale edilmesi eserden bir şeyler götürür mü?
Çok genel bir soru. Bazı eleştiriler de sansür içerebilir ve insanın çok yakınından da gelebilir. Bence önemli olan, bu eleştiriler karşısında yaratıcının tavrıdır. Her toplumda, tarihin her döneminde sansür vardır. Hem önleyici olarak hem de koruyucu olarak vardır. Toplumun devam edebilmesi için neredeyse gerekli bir şey gibidir. İnsanlar kendilerine kurallar koyarlar. Bunların içinden nelere uyulup nelere uyulmayacağı tamamen sanatçının kararıdır. Yaratıcı dışarıdan müdahalelerle eserini değiştirebilir ve bazen iyi sonuçlar da doğurabilir bu. İnsanların mutlak anlamda özgür olduğuna inanmıyorum; biz bağımlı varlıklarız. Sonuçta bir tür hayvanız ve belli bir toplumda iç içe yaşıyoruz. Mutlak özgürlük diye bir şey yok.
Peki sanatta etik olur mu?
Bizim etik diye baktığımız şeylerin büyük bir kısmı ideolojiye girer. İdeolojin doğrultusunda koyduğun kuralları, insan otomatikman etiğin alanına sokar. Halbuki bu etiğin değil; ideolojinin alanıdır. Ben bu konuda şöyle düşünüyorum; bence sanatı önemli kılan şey tarafsız olmasıdır. Aslında zor, kimse tarafsız değildir. Ama ürünü ortaya koyarken her düşünce ve duyguya ideolojileri bir kenara bırakıp mümkün olduğunca eşit mesafeden yaklaşmak gerekir. Suya sabuna dokunmadan yapılan, toplumsal herhangi bir tabuya dokunmadan yapılan bir sanat türü de var. Sadece popüler kültür ürünleri içinde değil; sanat sineması içinde de çok var. Fakat insanları direkt ilgilendiren bir konu varsa ortada o zaman tarafsız olmak gerekir.
Sanatçı tabuları yıkan kişi mi olmalıdır?
“Olmalıdır.” değil ama olursa fena olmaz. Daha doğrusu, sanatın toplumsal işlevlerinden biri de tabuları konu etmektir. “İşlevlerinden yalnızca biri” diyorum.
Tamam, “İşlevlerinden biri” dediniz. Yönetmen, sanatın bu işlevini kullandığında izleyicisinin de daha açık fikirli olması gerekmez mi?
Salman Rüşdi, Şeytan Ayetleri’ni yazdığında başına neler geldiğini biliyoruz. O bir tabuyu konu etti ve bu izleyiciyi rahatsız etti. Herkesin toleranslı olmasını beklemek belki ütopik olur ama bu sefer de “Toplumun işlevlerinden biri tabularla uğraşan sanatçıyı, azgınlıklardan korumaktır.” diyorum. Eğer sanatçısını koruyamıyorsa o toplum sonuna yaklaşmış demektir… XVI-XVII. yüzyıllarda da tabulara karşı iktidardakilerin de toplumdakilerin de daha hoşgörülü olduğunu okuyoruz. Ben 45 yaşındayım ve 30 sene öncesine kıyasla korkuların arttığını hissediyorum. 20 yıl önce, bu ülkede erotik film furyası vardı. Şu an bir öpüşme sahnesi tartışılıyor… Toplumun muhafazakarlaşması sosyologların konusu ama yalnızca Türkiye ile de ilgili değil; dünya için de geçerli bu söylediğim. “Mavi Göl” filmini biliyorsun. 14-15 yaşlarında bir kız ve erkek adada mahsur kalır; cinselliği öğrenirler. Yönetmen Randal Kleiser:”Bu filmi 20 yıl önce çektim. Şu an çeksem beni öldürürlerdi.” diyor ve düşün Amerika’dan söz ediyor.
Şiddet ve cinsellik, toplumun değer yargılarına aykırıysa yer almamalı mıdır sanat eserinde?
Öyle bir şey olamaz. Sanatın çıkış noktası zaten şiddeti ve cinselliği anlatmaktır. Bu, insanla ilgili en temel iki şeydir. Şiddet, yani savaş! İki kişi arasındaki kavgayla iki ülke arasındaki kavga aynı sonuçta. Bunlarla ilgili bir şeyler anlatmak isteyen adam sanatçıdır. Böyle bir durumda toplumun o konudaki değer yargılarını kaale almaması gerekir.
Bundan sanat eseri belirli bir kitleye hitap ediyor sonucu çıkarabilirim yani…
Asla çoğunluk için yapılmaz sanat. Ne zaman öyle oldu ki?
Neden izleyici şiddet içeren sahnelere daha toleranslı yaklaşırken cinsellik içeren sahneler karşısında tutucu davranıyor?
Çünkü: Cinsellik kapalı bir alan.
Bir eserde ulusal bir kahraman tasvir edilmişse o kahramana olan yakınlığımızı işin içine sokmadan o eseri değerlendiremez miyiz? Ya da nü bir tabloya bakarken bundan erotik haz almaması mümkün değil midir seyircinin? Yalnızca dekor ışıklandırma gibi estetikten kaynaklanan haz alınamaz mı? Çıplaklık, cinsellik içeren bir sahneyi sadece sanatsal anlamda değerlendirebilmek mümkün değil midir?
Eğer cinsel problemleri varsa değildir. Ama sağlıklı bir insansa değerlendirebilir. Zamanla da ilgisi var. İnsan aradan uzun zaman geçmiş bir sanat ürününe bakarken daha soğukkanlı olabiliyor. Olay gündemdeyken, üründe gösterilene karşı çok sıcak hisler duyuyorken onu yargılamamız da değişiyor. Görmek, öğrenilen bir şeydir. Sinemada, Trenin İstasyona Girişi sahnesi ilk defa gösterildiğinde seyirci kaçışmaya başlamıştı mesela… Sonra sinema yapan da sinemayı izleyen de eğitildi; gelişti. Eskiden çok daha naif şeylere gülüp ağlarken bugün başka gözle bakıyoruz. Algılarımız çok değişiyor.
Peki, Türkiye için belirleyici kitleden söz edersek görme anlamında…
Televizyon izlemek başka bir eylem biçimi. TV izlemek, sanat ürünüyle karşılaşmakla ilgili değil. Tv izlemenin başka dinamikleri var. TV izlemek otomatik yapılan bir şey. TV kitlesel bir şey ve bu noktada seri üretimden bahsediyoruz. O anlamda zaten bunu üretenlerin böyle şeyleri düşünecek, hesaplayacak zamanları olamaz. Bu teoriyi düşünecek olursak ilk önce ortada böyle bir ürün olması lazım. Ulusal kahramanla ilgili bir yapım, o ulusal kahramanla ilgili ulusal şeyler içeriyorsa ona öyle bakamazsın zaten.
1939’da filmlerin kontrolüyle ilgili bir sansür yasası çıkarıldı. Bunun Türkiye’deki sinema gelişimine zararı oldu mu?
Eskiden Türk sinemasında çok ciddi bir sansür olayı vardı. Özellikle sinemanın toplumsal olarak çok etkili olduğu yıllarda, iktidar bunu kontrol altına almak için sansür yasaları çıkardı. Sansürden izin alınarak bir film çekiliyordu zaten. Bu da birçok ülkede olan bir şey. Sansür özünde aynıdır. Kendisine, “sosyalist” diyen bir ülkede, sosyalist sansür işler. Dindar bir yönetmen olan Tarkovsky, sansüre uğruyordu anlatabiliyor muyum? Her toplumun ayrı yasakları var. İnsanlar orada yıllarca çok ciddi bir sosyalist sansürün altında yaşadı. Şimdi o düzen yıkıldı. Zaten problem de bu! Bu şu demek aslında, içeriği ne olursa olsun her türlü sansüre, denetlemeye karşı çıkmak gerekir. Senin konun olmasa bile, sen öyle düşünmüyor olsan bile. İnsanlar farklı düşünürler; farklıdırlar. Önemli olan bir arada yaşama iradesi gösterebilmektir. “Senin gibi düşünmüyorum ama düşünceni savunmak için canımı veririm.” diye bir söz var. Çünkü biliyor ki diğeri düşüncesini savunamazsa yarın öbür gün şartlar değişir; ortam değişir aynı şey senin başına gelir. Bu ülkede bunu yaşamıyor muyuz?
Evet yaşıyoruz… Batıda sanatın, sinemanın çok gelişmiş olmasını; Türkiye’de daha geri kalmış olmasını nasıl açıklarsınız peki?
Gerçekten orada sanatçılar daha özgür. Orada da sansür var. Muhafazakar sesler yükseliyor. Belki sanatçı eserini yaptıktan sonra bedellerini ödüyor evet, ama yapabiliyor en azından. Bize daha en başından hemen ayar veriliyor:”Aman o konulara girme.” diye.
Ama sinemada televizyona oranla daha az sansür uygulanıyor…
Öyle mi sanıyorsun? Neden bir erotik film yapılmıyor Türkiye’de sence? Dünyanın her yerinde erotik film yapılır. “Erotik film” derken; erotik sahneleri yoğun olan filmlerden söz ediyorum. Şu an sinema otosansür uyguluyor. Sinemada da var sansür…. Sinemada, garip bir şekilde, televizyondan daha harc-ı alem işler yapılmasıdır bunun görünmemesi. Suya sabuna dokunulmuyor sinemada. Hiç merak etme, çok sert bir film yapılsa sansüre uğrar. Sinemada “RTÜK” diye bir kurum yok ama başka yollarla sansür uygulanıyor. “Küfür olmayacak” diyorlar mesela. Bir filme 18 yaş sınırı vermek sansürdür… Değil midir? 17 yaşında, lise son sınıfta okuyan bir insan kendi kararını veremez mi yani? Neden 18 yaş? Hadi 5, 7 yaşı anlarım da…
Şimdi bir teoriden bahsedeceğim. Bu konudaki görüşlerinizi çok merak ediyorum. George Gerbner:”İnsanlar cinayetle ilgili bir şeyler izleyince silah satın alıyor. Yani TV’deki gerçekliğe inanıyor.” diyor…
Peki hemen şunu sorayım silahı nasıl alıyor? Silah serbestse alıyor değil mi? Ben bu teoriye inanmıyorum. Ben şuna inanıyorum: Bir toplumda silah bulmak kolaysa o toplumda şiddet artar. Çok net! Türkiye’de de şu an şiddet artıyor. Bunun televizyonda yayınlananlarla mı ilgisi var yoksa silah bulmanın çok kolay olmasıyla mı? Şiddet toplumda doğuyor. Şiddeti televizyon üretmiyor; televizyon toplumda üretilen şiddet enerjisinin yansıması.
RTÜK başkanı katıldığı bir konferansta sorulan bir soruya: “Biz sansür uygulamıyoruz. Sansür bir yayına yayınlanmadan önce müdahale etmektir. Oysa biz bir yayın yayınlandıktan sonra belirlenen kurallara aykırıysa yaptırım uyguluyoruz.” diye cevap verdi. Bu cevaba ne kadar katılırsınız. Sizce RTÜK sansür uyguluyor mu?
Evet, çok güzel bir cevap(!). Tabi ki RTÜK sansür uyguluyor. Bize uyarı cezası vererek uyguluyor. ‘Bir daha bunu yaparsan kapatırım.’ diyor. Uyarı cezası, sansür demektir. Sigaranın mozaiklenmesi nedir örneğin? Sansür değil midir? İçeriğine bakmaksızın sahnenin o kısmını mozaikliyorlar. Bir filmde sigarayı kötülüyor diyelim; bunu da sansürlüyor. RTÜK tamamen televizyonları sansürlemek üzere kurulmuş bir kurumdur.
RTÜK kanununda bir takım maddeler var: Çocukların zihinsel ve bedensel gelişimini etkileyen yayınların yapılmaması, yayınların Türk aile yapısına aykırı olmaması gibi… Tüm bu kavramlar neye göre belirleniyor sizce? Neye göre bir Türk aile yapısından bahsediyoruz?
Kendilerine göre işte. Toplumu kendi ideolojilerine göre ayarlamaya çalışan bir zihniyetin yapısı bu. Bunun tartışılacak bir yanı yok. Çünkü kadınlarla el sıkışmayanlar var. Onlara göre bir Türk aile yapısından da bahsetmek mümkün.
Sonuç olarak başkalarının sizin adınıza neyin doğru neyin yanlış olduğuna karar vermek değil midir sansür?Sadece sansür mekanizması değil. George Gerbner gibilerin teorileri de insanları etkilenebilir ve pasif varsaymaktadır. Bence sansürün destekçisi bu tür teoriler. “Şiddet, cinsellik televizyondan yayınlanır; rock müzikten yayınlanır.” gibi teoriler… Mesela Amerika’da rock müzik endüstrisine karşı ciddi bir savaş var. Frank Zappa’lara karşı örgütler falan kuruldu yetmişli, seksenli yıllarda. Bu örgütler, gençliğin yozlaştırıldığını savunuyorlar. “14 yaşında bir çocuk salaktır. Dinlediği şarkıdan etkilenir; kendisini vurur.” diyorlar. Böyle bir şey olabilir mi? Tabi ki bir tane iki tane çıkar böyle insan, olabilir böyle örnekler. Ona bakarsan arkadaşından etkilenip kendini vurursun. Ama bu şiddetin nedeninin rock müzik ya da televizyondaki program olduğunu göstermez. Az önce söylediğim gibi şiddet içeren televizyon programları veya müzikler, toplumun talepleri doğrultusunda oluşuyor.