Görkem Berk Ağar, sanatına ideallerini ve hikayelerini yansıtmaya çalışan genç bir piyanist, besteci ve aranjör. Denizli’den İstanbul’a, tıp fakültesinden endüstri mühendisliğine, gönüllü İngilizce öğretmenliğiyle Brezilya’ya kadar uzanan sürprizli hayatında, değişmeyen yol arkadaşı müzik olmuş. Yakın zamanda Artkolik’te de konser verecek olan müzisyeni yakından tanımaya ne dersiniz?
Röportaj: Sebla TANIK
Berk’i mi kullanıyorsun, Görkem’i mi?
Görkem’i kullanıyorum.
Piyanoyla nasıl tanıştın?
”Önce orga gitsin, sonra piyanoya geçer” gibi klasik bir düşünce vardır ya, işte ben 6 yaşında orgla başladım. 10 yaşımdan beri de aralıksız piyano çalıyorum.
Hakkında ilginç bir şey öğrendim; önce Tıp Fakültesi’ni kazanıyorsun daha sonra Endüstri Mühendisliğine geçiyorsun. Bu esnada hayatına müzikle devam etme kararı alıyorsun. Tüm bu değişimler ve karar sürecinden bahseder misin?
Ben Denizli’de, Fen Lisesi’nde okudum. Fen liselerini bilirsiniz, tıp, mühendislik gibi bölümler hedefler burada okuyan öğrenciler. Zaten başka bir seçenekleri de pek olmaz. Derslerim iyiydi. Bir yandan piyanoya da devam ediyordum ve lisenin son yıllarına doğru piyanoyu daha fazla ciddiye almaya başladım. İngiltere Kraliyet Akademisi’nin dünya çapında geçerliliği olan ABRSM sınavı var, bu sınava girdim ve sertifika aldım. Lise son sınıfta, aynı kurumun üniversite başvurularında da geçerliliği olan diploma sınavına girdim. Bu esnada üniversite sınavına girdim. Çok da istemediğim halde, bir şekilde Marmara Tıp’ı kazanınca İstanbul’a geldim. 1 sene tıp okudum. Tıp okurken, İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nın yarı zamanlı piyano programına başvurdum. Bir yandan tıp, bir yandan piyano ile İstanbul serüvenim başladı. Dediğim gibi çok severek girmemiştim tıbba, bırakma kararı aldım. İTÜ Endüstri Mühendisliği’ne geçiş yaptım. Konservatuar da devam ediyordu. Bütün bu süreçte müziğe daha çok ağırlık verip ve bestelerime yoğunlaştım. Can Algeç’le tanıştım. Vatanım Sensin’in müzik yerleştirmelerini yapıyordu kendisi. ”Dizi/Film sektöründe nasıl müzik yapılır, Türk stüdyo ortamı, aranjörlük nedir, bestelerin insanlara nasıl ulaşır” gibi konuları öğrenip, ortamı biraz koklamaya onun yanında başladım. Bir taraftan özel piyano dersleri veriyordum. Gerçekten de, ders vermek ve müzik sektörünün içinde bulunmak beni çok mutlu etti, istediğimin bu olduğunu anladım. Ve kesin olarak müzik üzerine kariyer yapmaya karar verdim.
Mühendislik eğitimini bıraktın mı?
Hayır son senem. Lise dönemim, tıp kazanıp bırakmam, sonra endüstri mühendisliğine geçmiş olmak… Hepsi bir emek. O yüzden, biraz formaliteye dönüşmüş olsa bile bitireceğim mühendisliği.
Konservatuardaki yarı zamanlı sertifika programında, tam zamanlılara göre eksikleriniz oluyor mu?
Yarı zamanlı olduğunuz için size diploma vermiyorlar, sertifika veriyorlar. Derslerin de yarısını görüyoruz ama en kilit dersleri alıyoruz ve piyano performansı açısından tam zamanlı eğitim alanlardan farkımız yok. Normal şartlarda iki senelik bir program bu. Ancak iki seneyi 95 ve üzeri not ortalamasıyla bitirirseniz, üç ve dördüncü seneleri de okumanıza izin veriyorlar. Buna ustalık devresi deniyor. Ben de ustalık devresini okumaya hak kazandım ve dört senelik konservatuar programını bitirmiş oldum.
Şimdi nasıl bir noktadasın?
Yaklaşık 1,5 sene önce tüm bestelerimi toparlayıp ön plana çıkarmak insanlara dinletmek istedim. Yaptığım aranjmanlar da yarı beste gibi aslında. Çünkü sadece temayı alıyor, parçanın diğer kısımlarını tamamen kendim oluşturuyorum. 1 senedir yaptığım besteler ve daha eski bestelerimle 12 parçalık bir albüm oluşturdum. Bunun yayınlanma sürecindeyiz.
Evde Konser başlığıyla piyano dinletileri yapıyorsun. Bu aynı zamanda bir sosyal sorumluluk projesi. Nasıl ortaya çıktı bu fikir?
Geçen yılın başlarında müzikle var olan bir sosyal sorumluluk projesi gerçekleştirmeyi kafaya koymuştum. Şöyle de bir gerçek var; biz virtüözlük okuyan konservatuar öğrencilerine senede bir kez konser fırsatı tanınıyor. Kendimizi çok net gösteremiyoruz. Stajsız mühendislik mezuniyeti vermek gibi bir şey bu… Bu şartlardayken, ”Evde Konser konseptiyle, piyanomu götürebildiğim veya piyanosu olan her yerde neden konser vermeyeyim ki?” dedim. Bunun taşıdığı bir sosyal sorumluluk da olsun, her konserimize eğitim veya çocuklarla ilgili bir kurumu/derneği çağıralım, onları da dinleyelim ve konserin tüm gelirini bu kuruma bağışlayalım diyerek yola çıktım. Geçen yılın Aralık ayında ilk konserimizi verdik. Ayda ortalama bir konser veriyoruz. Ocak ayında Artkolik’te de bir konserimiz olacak. Amacım Evde Konser projesini tüm Türkiye’ye açmak. Farklı şehirlerde, çeşitli müzisyenler ”Evde Konser” adı altında konserlerini versinler istiyorum.
Bir de Brezilya maceran var…
İlk olarak 2017 yılında Brezilya’ya gönüllü İngilizce öğretmenliği yapmaya gitmiştim. Bu süre zarfında da Brezilya müziğini keşfetme, inceleme fırsatı buldum. Recife şehrinde yaşıyordum. Recife’nin müziği diğer bölgelere göre çok daha farklı, karnaval müzikleri çok daha özel… 2018 yılında Recife’ye 2. gidişimde konser verdim. Konserde Brezilya şarkılarına yaptığım düzenlemeri çaldım. Bunlardan biri Recife’nin karnaval müziğiydi, diğeri Sergio Mendes’in iki parçasına yaptığım yarı besteydi. Bu çalışmalarım Türk dinleyiciler tarafından da çok sevildi. O yüzden konserlerimde çalıyorum, albümümde de yer verdim.
Piyano resitali söz konusu olduğunda, Türk dinleyiciyi nasıl değerlendiriyorsun?
Bizde söz, müzikten daha ön planda. Ve söz ne demektir aslında? Hikaye demektir. Ben de parçalarımı hikaye üzerine kurduğum için ve bu hikayeyi en başta dinleyiciyle paylaştığım için, insanlar müziği dinlerken o sahneleri kafasında canlandırabiliyor. Enstrümantal müzik olmasının Türk dinleyicisi üzerindeki dezavantajı kaybolmuş oluyor.
Bu işin heyecan verici temsilcileri olduğunu düşünüp ilham aldığın isimler kim?
Lisede progressive rock çok dinlerdim. Özellikle progressive rock yapan müzisyenlerde konsept albüm sıklıkla görülür. Konsept albüm fikri, hikaye anlatıcılık yönüyle çok etkiler beni. Pink Floyd’u çok severim, ELP ve Steven Wilson keza. Piyanoda çok iyi aranjörler var ülkemizde. Fazıl Say’ı çok seviyorum, Türk müziğine yaptığı piyano düzenlemeleri çok iyi. Franz Liszt beni hikaye anlatıcılık bazında çok etkilemişti. Hatta Liszt bugün yaşasa progressive rockçı olurdu diye düşünüyorum (gülüyor). Ayşe Deniz Gökçin’in müziğiyle de böyle tanıştım. Liszt’in temalarını, Pink Floyd tarzı bir yorumla düzenlemişti. Beni çok etkiledi mesela…
Müziğin sana öğrettiği en önemli şey ne oldu?
Müzik benim için matematiğin en büyük uygulama dallarından biri. Çocukluğumdan beri matematikle iç içeydim ve matematiği uygulayabildiğim en iyi alan müzik oldu. Bir parça yaratırken analitik düşünürsünüz. Duygu da analitik şekilde oluşuyor. Müzik bana duygularımı analitik bir şekilde nasıl ortaya çıkarabileceğimi öğretti.
Müziğini insanlara ulaştırma kısmında sosyal medyayla aran nasıl? İnsanlar seni nasıl takip edebilirler?
Sosyal medyada elimden geldiğince aktif olmaya çalışıyorum. Evdeki stüdyomda yaptığım kayıtları ve bestelerimi paylaştığım bir Youtube kanalım var. Konser duyurularını, konserlerden fotoğrafları paylaşırken Instagram ve Facebook’tan yararlanıyorum. Evde Konser’in de Instagram ve Facebook sayfaları var.*
Gelecek projelerinden bahseder misin?
Müziğe karar verdiğimde istediğim şey besteci olmaktı. Bestecilikte de film müziği tarafını seçtim. Türkiye’de yok ama yurt dışında bu alanda master programları var. İTÜ’den mezun olduktan sonra yurtdışında film müziği besteciliği üzerine master yapmak istiyorum. Onun dışında dediğim gibi; bir albüm kaydettim. Ocak ayında Spotify, iTunes gibi platformlarda yayınlanacak. Nisan ayı gibi, yine kendi bestelerimin olduğu, içinde elektronik müzik de barındıran bir piyano&vokal albümü çıkarmayı planlıyorum. Evde Konser etkinlikleri de tam gaz devam edecek tabii.
*Görkem Berk Ağar’ı ve işlerini sosyal medyadan takip etmek için
YOUTUBE
INSTAGRAM
FACEBOOK
EVDE KONSER FACEBOOK SAYFASI
EVDE KONSER INSTAGRAM SAYFASI