Türkiye’de “Hareketli Heykel” denilince akla gelen ilk isim olan Server Demirtaş ile sanat ve ilham dolu harika bir röportaj gerçekleştirdik! Keyifli okumalar dileriz.
Röportaj: Elif Naz Şengün
- 1977 yılında Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü’ne girmişsiniz. İsmi daha sonra Mimar Sinan Üniversitesi’ne dönüştürülecek Akademi’de, Devrim Erbil atölyesinde eğitim almışsınız. Aslında Resim bölümünü okumuşsunuz. Üniversite sürecine kadar olan sanatla ilişkinizi ve sonrasındaki eğitim sürecinizi sizden dinlemek isteriz.
Hatırladığım ilkokul anılarımda Hasan adında bir arkadaşım vardı. Kapalı devre bir çocukluk geçirdim. Konfor alanımdan çıkınca çocukken kendimi çok kötü hissediyordum. Çocukluk enerjim vardı tabii ama bir kötü hissetme halim vardı. Babam teknik okul mezunu bir insandı onunla etkileşimim çok önemli. Annem mahallenin kahramanı sayılacak bir karakterdi.
Leonardo da Vinci ile tanışmam çok önemliydi. Ortaokulda Leonardo’yu televizyonda belgeselinde izliyorum. Adamın hayatı benim için müthiş bir örnekti, bana dönüm noktası oldu. O farkındalıktan sonra ben karar verdim ve şiddetle ressam olmak isteyen biri oldum.
Yapmayı arzulayan bir şeyim olduktan sonra hayat enerjim de yükseldi. Ben çünkü bir seçim yapmıştım. Evde soğan, sarımsak çizerdim. Bir gün ortaokulda resim dersinde hoca fark etti çizdiğim resmi ve sayfamı kaldırdı havaya. “Çocuklar, resmin; ışığı gölgesi böyle yapılır” dedi. Kapalı devre bir çocukluk yaşarken bu çok büyük bir an. Hoca, sanat tarihinden bir sayfa gösterir gibi senin sayfanı gösteriyor. Çok kıymetliydi benim için.
Mecidiyeköy Lisesi’nde Hocam bana lise koridorunda sergi açtı. Büyük sanatçıların eserlerini çiziyordum. Bu pozisyonda olunca hayata dâhil olmuş oluyorsun. İzlemenin de ötesinde hayata katılıyorsun artık. Bir çocuk için, bir genç için çok önemli olduğunu düşünüyorum.
- Üniversitede Resim bölümü seçme sebebiniz nedir?
Ressam olmaya karar verdim resim bölümü seçtim ama seçeneğimiz çok yoktu. Akademiye girdim, resim yapıyorum ama nasıl sanat yapacağını öğretmiyorlar ki, yaptıkların başkalarının kopyası oluyor. Kendime ait bir dil eğitim süresince oturtamadım. Derslerden kalan vakitte Adnan Çöker’in atölyesindeydim. Okul bitince Adnan Hoca’nın odasında uzun uzun sohbet ederdik. Engin bir sanat kaynağıydı bizim için. Akademide herkes bir yol arayışında, bir dil peşinde koşuyor insan. Akademi bitene kadar ben hala ne yapacağımı bilmiyordum. Kendi dilimi oluşturamamıştım. Desenlerim hep çok beğenilirdi. Mesela Kemal İskender “tamam artık desen yapma sen yapacağını yaptın. Boyaya geç artık” demişti. Ama ne boyayacaktım, dilim neydi? Bilmiyordum.
- Eserlerde hep üçüncü boyutu görüyoruz ve sizi heykeltıraş olarak tanıyoruz aslında. Sanat üretiminde sizi üçüncü boyuta iten, sanatınızı şekillendiren ne oldu?
Okuldayken tuval ve boya var. Böyle bir şey görüyorsun ama okulda başka bölümlerle de temas halinde oluyorsun. Başka atölyede yapılan işleri malzemeleri gördüm. Bir yandan Çağaloğlu’nda kutu tasarımı yapılan bir yerde çalışıyordum. Tasarımla ilgili bilgim orada gelişti. Resim bitirince de insandan resim yapması beklenir. Mimarlık bitirenden bina yapması beklenir ama resim bitiren heykel de yapabilir. Heykeli seçmemde malzemeyle oynamayı sevmemin çok etkisi var. İlle o malzemenin heykel olması gerekmiyor. Malzemeyle olan bir alışveriş söz konusu. Tuvalle uğraşınca kavramsal anlamı dışında fiziksel olarak sadece tuval yüzeyiyle ilgileniyorsun. Heykelde ise her şey olabilir. Beni üç boyuta iten de budur.
- Üçüncü boyutta hareketi katarken çıkış noktanız ne olmuştu?
Okul döneminde matbaada çalışırken Japon kağıt süslemeleri yapıyordum. Onları yapmak için basit makine tasarımları var. Orada bir makine bilgisi edindim. Babamdan edindiğim teknik bilgi ve Leonardo’ya olan ilgim de hepsi birbirini destekledi. Hayatının parçası olan her şey sanatında da ortaya çıkıyor, çıkmaması imkânsız. Böyle bir sürecin sonunda hareketli heykel yapmaya başladım.
- Türkiye’de kinetik heykel denildiğinde akla gelen ilk isimlerden birisiniz. Kariyerinizde hedeflediğiniz bir yer, bir iş, bir proje vs var mıdır?
Hayalim tabii ki var. İstekler daima değişiyor çünkü biz değişiyoruz. Kinetik Sanatta heykeltraş diyebileceğimiz Theo Jansen’dır. Kinetik heykel yapan odur. Geri kalan çoğu insan kinetik obje yapıyor. Ben ne yapıyorum. Ben yaptığım sanata hareketli heykel diyorum, ben böylesini tercih ediyorum. Her heykel benim için çok eğitici oluyor. Her heykelde daha iyi ve daha güvenle çalışıyor insan. Kamusal alanda dolaşabilen insan grubu yapmayı çok istiyorum. Ben de içlerinde o makinayı ben kullanmak aralarında yürümek istiyorum.
- İlham aldığınız bir sanatçı, bir bilim insanı, ya da her hangi bir iş, eylem var mıdır?
Leonardo’nun hayatımdaki yerini konuştuk zaten çok fazla. İlhama gelecek olursak… Herhangi bir şey ilham olabilir benim için. Anlamı insan veriyor her şeye. Anlam yüklemek isteyene ilham vermek isteyene her şey bir anlamdır her şey bir ilhamdır.
- Çalışma yönteminiz nedir, bir eser ortaya çıkarmaya nasıl karar verisiniz, hayata geçirirken nasıl bir süreç izlersiniz?
Bu yöntem, standartlar heykelden heykele göre değişiyor. İnsan zaten yapabileceklerini seçiyor. Yapabileceklerimi seçiyorum ve yapıyorum. Yeni heykeller de yaptıkça yeni fikirler çıkıyor elbette. Mesela benim at projem. Aslında 6 yıl öncesinde de vardı ama yapabilecek donanıma sahip değildir. Donanım arttıkça bir sonraki proje de o bilgiyle ortaya çıkıyor. Merak ve yapma arzusu çok önemli her işte. Bu ikisi oldukça her şey olabilir zaten. Neyi nasıl kullanacağın değişebilir.
- Sanatla ilgilenen insanlara, gençlere ne önerirsiniz.
İnsan kendi ilgileriyle ilgili bir karar almalı, bir sürü ilgimiz olabilir ama her şeyi yapamayız. Bir seçim yapmalıyız. Her şey seçimle ilgilidir. Ben yapamam diye yola çıkarsan zaten yapamazsın. “Yapacağım” demek, devam etmek gerekir. “Benden kaçmaz” demek gerekir. Bazen kaçabilir elbette ama bir kere kaçar, iki kere kaçar. Üçüncüde muhakkak yaparsın. Gençlere bir şey söylemek benim haddime de değil. Herkesin hayatı, şartları farklıdır.