Koray Erkaya alanında iz bırakan fotoğrafçılardan… Reklam ve mimari fotoğrafların yanısıra kişisel sergileriyle sanat dünyasında hatrı sayılır işlere imza atıyor. Kişisel sergisine hazırlandığı şu günlerde Erkaya, çarpıcı stiliyle ilgili tüm merak ettiklerimizi yanıtladı.
Röportaj: Sebla TANIK / Fotoğraf: Koray ERKAYA
Profesyonel kariyerinize nasıl başladığınızdan biraz bahseder misiniz?
MSÜ Güzel Sanatlar Fakültesinin fotoğraf bölümünde okurken, hafta sonları İnter Ajans adlı cast şirketinde modellerin cast fotografları çekerek başladım. Bu ajansta çalışmak, portre fotografçılığında doğru ve hızlı kadraj yapmama, seri çekimleri hızlandırmama yardımcı oldu. O yıllarda aynı zamanda reklam filmlerinde oynuyor ve modellik de yapıyordum, bu sayede kameranın hem önünde ve hem de arkasında olma şansım vardı. Böyle başladı, kısa bir süre sonra diğer model ajanslarının katalog tanıtımları için de modellerin fotoğraflarını çekmeye devam ettim. Üniversitede mimari fotoğrafçılık dalında diploma tezi vermeme rağmen moda fotografçılığına hızlı bir giriş yaptığım için o yönde ilerledim.
Koray Erkaya estetiğini nasıl tarif ediyorsunuz?
Doksanlı yıllarda ülkemizdeki fotograflarda alışılagelmiş estetik kavramının dışında sert tabir edebileceğim bir tarzım vardı. Modelin elinin, kolunun, bacağının duruşundan, kullanılan ve yansıttığım ışığa kadar sert ama çekici. Nü’ye bakışım, kadın olma durumunu irdeleyişim, dişiliğin tipik sembollerinden çok “organik kıvrımlar”daki mahremi dile getirişim… Bu başlıklarda kafa yoruyordum. Ama bahsettiklerim sadece nü fotoğraflarla sınırlı değil; mimari, moda ya da portre işlerime de bu cümleyi aynen uyarlayabilirsiniz.
Erotik ve pornografik arasında birçok insanın göremediği çizgiyi betimler misiniz?
Bu kişilerin fikirlerine ve esere nasıl baktıklarına göre değişiyor. Ben erotizmin o ince sınırından öbür tarafa hiç atlamadığımı zannederken; geçen sene bir karma sergimiz, “pornografik fotoğraflar teşhir ediliyor” diye büyük bir protesto saldırısına uğradı. Dürüst bir anlatım diliyle, basit ve vamp olmayan, erotizmin yumuşaklığına da illa sığınmayan, günün önünde ilerleyen, yol göstermek gibi bir misyonu daha baştan reddeden karelerdir.
Nü fotoğraflar çekiyorsunuz ve Türkiye’de sergiler gerçekleştiriyorsunuz. Bunun size yansıyan zorluklarından bahseder misiniz? Nasıl tepkiler alıyor, nasıl kısıtlamalarla karşılaşıyorsunuz?
Nü fotoğraf ülkemizde gittikçe zor ve kısıtlanan bir döneme girdi. Burada fotoğrafın konsept çalışması, model bulmak veya çekimi hiç sorun değil. Bunların sergilenmesi ise galerilere göre değişiyor. Sergilemekten korkan veya karşı çıkan galeriler olduğu gibi -ki bu galeriler daha çok büyük şirketlere veya holdinglere bağlı olduğu için bu tip sergilere yer veremiyorlar- sergi açmaktan korkmayan, çekinmeyen, sanatçıyı sonsuz özgür bırakan galeriler de var. Burada sergiyi açsanız bile ne yazık ki bunun yazılı basında veya televizyon programlarında yer alması çok zorlaştı. Çoğumuz yaşamımıza giren sansürün her geçen gün arttığının farkında bile değiliz. 2010 yılında açmış olduğum “Don’t Tell Mama” sergime İstanbul Kütür Başkenti sponsor olmuştu. Gazetelerde sayfalarca yer alan çalışmalarım, ne yazık ki bugün için kuralların sert şekilde ağırlaştırılmasından basın sansürünü yaşamaktadır. Buna rağmen ben sergi açmaya hiç ara vermedim. Fotoğrafların uygun olanları ile devam ediyorum şimdilik yer almaya. Bunun sıkıntısını en iyi dergi editörleri bilir.
Erotizm de bir yerde kışkırtıcı, ajite edici bir tema. Siz provokatif biri misiniz?
Tabii ki provokatifim! Bunu en çok “Self Touches” isimli serimde narsisizm temasını işleyen fotograflarımda görebilirsiniz.
Fotoğraflarınızdaki kadınların karakterlerinden bahseder misiniz?
Her zaman güçlü, kendinden emin ve seksi kadın imajları üstüne çalışırım.
Siz moda fotoğrafları da çekiyorsunuz. Ben ikisinin aslında birbirlerini bir yerde tamamladığını ancak yine de modanın sanat çevresinde hala üvey evlat muamelesi gördüğünü düşünüyorum. Sizce moda, sanatın o yüksek sınırlarında kendisine nasıl bir yer edinmiş durumda?
Aslında eskiden çekilmiş ve halen çekilmekte olan, yüksek kalitede moda fotoğraflarının dünyada birçok müzayede şirketinde sanat eseri olarak tanımlanması, satılması ile bence sanat piyasasındadır. Fotoğraf genel olarak bu piyasada eskiden daha az ilgi görse de, bence 2008 yılından sonra bu ivme hatırı sayılır şekilde artmıştır.
Fotoğraf çekerken kendinize has belli ritüelleriniz var mı?
Güven veriyorum modelime. Ne yapmak istediğimi çok detaylı ve net olarak aktarıyorum. Tabii şimdi çok kolay, ismim, yaptığım işler artık referansım. En ince detayına kadar modelin hikayeyi, konsepti anlamasını, kendini bu projenin yaratım sürecinde hissetmesini sağlarım. Çekim başlayana kadar bu çoklu bir çalışma olur. Ama çekim sürecinde, saç-makyaj ekibinin çalışma sistemi ile modelin pozları konusuna gelince iş, yönetimi direkt olarak ele alırım! Sonrası benim işimdir çünkü. İyice anlayan, benimseyen, nasıl bir yolda ilerleyeceğimizi kavrayan modelin kendini akışa bırakma vaktidir!
Tarzınız dahilinde fotoğraflamak istediğiniz belirli bir isim var mı?
20’li, 30’lu yılların Fransız çizgileriyle, Belle Epoque döneminin hemen ardından gelen süreç tadında bir çekim hayalim var. Paris’te bir danslı baloda, müthiş bir ışık ve mekan düzenlemesiyle Jamie Lee Curtis, Dita von Teese ya da Sandra Bullock’la yapmak isterim bu çalışmayı.