Röportaj: Derya Kutsal
Lara Sayılgan Contemporary İstanbul’a ikinci kez katılıyor. Bu sene tarihleri arasında Tersane İstanbul’da 28 Eylül – 1 Ekim 2023 tarihleri arasında gerçekleşecek olan 18. Contemporary İstanbul’a sanatçısı olduğu galeri Vision Art Platform ile katılıyor. Sizler için Lara Sayılgan ile çok keyifli bir röportaj gerçekleştirdik.
1 – Öncelikle sizi kendi kelimelerinizle tanımak isteriz. Kimdir Lara Sayılgan ?
İstanbul’da doğdum. Anne tarafım ve annem sanatçı. Annem tiyatro oyuncusu, bu yüzden de yüzden de ben 5 yaşımdaGülriz Sururi & Engin Cezzar tiyatrosunda , Edith Piaf’ın çocukluğu canlandırmak için sahneye çıktım. Daha sonra yine Engin ağabey ile, Bay Alkolü takdimimdir dizisinde, oynadım yine çocuk oyuncu olarak. Bir çok reklam filminde yer aldım. Çocuk yıldızdım diyebiliriz. Daha sonrasında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Devlet Konservatuarı Opera ve Şan Bölümü’nü kazandım. Müzikal okumak için uzun yıllar çalıştım, dersler aldım. Fakat devam etmedim, bu bölümde kendimi istediğim yerde göremedim. Bu yüzden İngiltere’ye gidip medya okuma fikrini aklıma koydum. Fotoğrafla tanışmam da böyle başladı.
2 – Sanata olan tutkunuz ne zaman başladı ? İlk fotoğraflarınız hangi döneminize ait?
İngiltere’de üniversitelerin eğitim süresi 3 sene fakat 1 sene hazırlık var. Medya için gittiğim yerde fotoğraf birinci ders olarak karşıma çıktı. Orada karanlık odayla tanıştım ve zaten her şey bitti benim için. Hocalar dedi ki sen direkt fotoğraf bölümünü yaz, video ve mix-medya bile yazma. Fotoğrafa aşık oldum ben de. London College of Printing’e kabul edildim. Şimdi artık printig bölümü kalmadığı için, London College of Communication oldu. Fotoğrafla tanışmam benim o klasik 7 yaşında babam kamera verdi gibi olmadı. Fakat şöyle bir şey söyleyebilirim anneannem de ressam ve bütün ailemde hep sanatçı dostlar vardı. Sürekli klasik müzik dinlenir, evin her tarafında eserler var, anneannemin yakın arkadaşları ressam, heykeltıraş. Dolayısıyla fotoğraf ilk defa karşılaştığım bir konu değildi. Ben bunların hepsinin bir bütün olduğunu düşünüyorum. Sanatın hangi yönüyle ilgileniyorsanız hepsinin birbiriyle iç içe olduğunu düşünüyorum her zaman.
3 – Lara Sayılgan’ın erken dönem işleri ve günümüz işleri arasında nasıl bir fark görüyoruz ? Malzeme, tema, teknikte neler değişti ? Bu değişikliklerin sebebi nedir?
Reklam ve moda fotoğrafçısıyım eş zamanlı olarak. Erken dönem işlerimdeki değişim dersek reklam ve moda fotoraflarına inmek gerekir. Bu hayatımın bir parçası, yani iş olarak ünlülerle albüm kapakları ve moda fotoğrafları çekerek, kampanyalara dahil olarak eş zamanlı dergilerle ve eş zamanlı reklam işiyle uğraşıyorum ve hayatımın renkli bir parçası. Bir yandan bunlarla uğraşırken bir yandan da doğaya karşı çok büyük bir sevgim olduğu için fark etmeden doğayı çekmişim. Geçen yıl Bennu Gerede öncülüğünde Ağrı’ya kadın fotoğrafçılar olarak bir seyahat yaptık. Oradan çok etkilenmiştim ve çok fotoğraf çekmiştim. Contemporary’e oradan birkaç iş koyduk, başka sergilere koyduk, Artweeks Akaretler’de de doğa fotoğraflarım vardı. Aslında farklı bir ağaç ve aliminyum baskı karışımı bir işle katılacaktım bu sene. Fakat kafamda oturtamadım, başka imgeler gözüme geldi. Vision Art Platform’da özellikle yeni formlar denemem konusunda beni destekliyor. Yoksa sadece satış yönüyle düşünse normal bir fotoğraf baskısı yapsak bizim için hem satışı kolay olur hem de çok daha uygun prodüksiyonu olur. Fakat ben farklı şeyleri denemeye istekliyim, içimde öyle bir heyecan var. Nasıl attım kendimi buraya ben de bilmiyorum. Çünkü ben bazı şeyleri gözümde görüyorum. Kimseyi taklit etmiyorum. Kalbimde, gözümde gördüğüm imgeleri yansıtmak istiyorum. Burada da sadece fotoğraf yetmedi bana. Kaktüs tarlasındaki yaprakları da koymak istedim. Kuruttuktan sonra da epoksiledim: Yaprakları uzun süre kuruttuktan sonra, altın varak uyguladım ve Epoksi uyguladım.
Buradaki amacım da bu eseri satın alacak koleksiyonerin bu kaktüslerin tüm sürecine tanıklık etmesini sağlamak. Hatta belki fotoğraflayıp, videosunu çekip o da bu eserin sanatçısı olsun istiyorum. Bu kaktüsler öldükten sonra ben onu kalıplarıyla değiştireceğim. Dolayısıyla çok fazla teknik var ama sanırım ben fotoğrafla farklı teknikleri birleştirmeye gideceğim. Bu bana çok heyecan veriyor. Devamlı yeni şeyler öğreniyorum. Malzeme, teknik, canlı bir elementle çalışmak bambaşka bir şey mesela. Bunları öğreniyorum.
4 – İlhamınızı nereden veya kimden alıyorsunuz ? Yaratım sürecinizi besleyen etkenler nelerdir ?
Moda fotoğrafı çektiğimiz zaman ilham konusu çok farklı. Çünkü moda kendi kendine yön verebiliyor. Bir taraftan sizin yaşam şekliniz, hayata bakışınız, nasıl yaşadığınız, gece hayatınız hepsi etkiliyor. Esasında benzer ruh hali diğer tarafta da var. Ben etrafımdaki şeylerden en çok da doğadan ilham alıyorum. Başlı başına bir sanat olduğunu düşünüyorum. Sürekli bunu dile getiriyorum. İnsan çok fazla sevmiyorum, çünkü insan çok tekinsiz, duygu durumu sürekli değişen, hareketleri de buna göre değişenlik gösteren bir varlık. Tehlikeli bir varlık. Ancak doğa öyle değil. Doğanın dilini bir kere öğrenirseniz ona nasıl davranmanız gerektiğini bilirseniz, sizi şaşırtmaz. Bugün alışık olmadığımız doğanın değişimleri de esasında biz insanoğlunun ona kötü davranmasıyla oldu. Mevsimlerin değişmesi bizim yüzümüzden oldu. Dolayısıyla benim ilham kaynağım doğanın kendisi. Ben küçükken de çok iyi bir gözlemciydim. Gökyüzüne baktığım zaman bulutların hareket ettiğini düşünürdüm ve bulutlarla oynardım, anneannem derdi ki bu çocuk çok büyük bir sanatçı olacak. Henüz öyle bir noktaya gelemedim, umarım bir gün gelirim. Bir yolda bebek adımlarla da olsa ilerlediğimi düşünüyorum.
5 – Bu yıl Contemporary İstanbul’da farklı teknikte bir eserle yer alıyorsunuz. Eserin yaratım sürecini sizden dinlemek isteriz.
Bu seneki Contemporary’de yer alan eserim “Opuntia ficus-indica” için de şunları söyleyebilirim. Opuntia kaktüsün kendi ismi, halk arasında kaynana dili olarak geçiyor. Hint inciri denen bir meyvesi de var. Ben pandemiden önce fotoğrafını çektiğim kaktüs tarlasından bir yaprak alıp bahçeme dikmiştim. Üç sene sonra yaprak 1.60 boyuna ulaştı. Bahçemin çeşitli yerlerine de diktim. Hepsi farklı farklı büyüyorlar, zaten büyük bir hayranlık duyuyordum. Bahçemde bebek yaprakların çıkması, büyümesi, köklerine ilerlemesi beni inanılmaz mutlu ediyor. Saatlerce izliyorum, kitap okurken özellikle. Onlara özel izlemek için bir cam bile açtım. Dolayısıyla bu imgeler aklıma yerleşti. Yaprak imgesinin kendisini koymak istedim, kalbını değil. Vision Art Platform’un sahibi Nisa ile altın varak konusunda hemfikir olduk. Üç boyutlu bir iş olarak ortaya çıktı. Aynı zamanda sergilendiği ortamda bu kaktüsün hiç el değmemiş şekilde pleksi bir kutuda en son halini de göreceksiniz , mercan gibi dantel gibi oluyor. Bir de bizim dede kaktüs dediğimiz yaprağın son hali var. O da bir yavru verdi. Umarım koleksiyoner de onu keser ve eker, eminim tutacaktır.
6 – Gelecek planlarınızdan ipucu alabilir miyiz ? İzleyicileri neler bekliyor olacak ?
Bu sergiden sonra Art Weeks Akaretler olacak. Farklı projeler var aklımda. Aynı zamanda bu Contemporary’de çalıştığım eserin daha büyük boyutlusunu -belki sipariş üzerine bir enstalasyon olabilir- çalışmak istiyorum. Art Weeks’ten sonra sanırım benim ocak ayı gibi kişisel sergim olacak, ona hazırlanıyorum. Esasında kendi tempomu düşünürsek oldukça yoğunum diyebilirim.
7 – Son olarak genç kuşak sanatçılara neler söylemek isterdiniz ? Sizden geriye neler kalmalı ?
Dinlediğim bütün ustalar, bunun içinde mimarlar, fotoğrafçılar, belgeselciler, her disiplinden sanatçılar da gözlemlediğim ortak birşey var; “disiplin”. Ben açıkçası çalışmanın bir disiplin olduğunu ve hayalinizdeki nokta her neyse çalışmadan olamayacağını düşünüyorum. Bunun içine okumayı, sergi gezmeyi, not almayı çok araştırmayı, elinizle gözünüzle çalışmayı da koyuyorum. Bu her türlü iş olabilir, resim, mix-media, enstalasyon, heykel. Tanıdığım bütün başarılı insanların bir çalışma disiplini var. Hatta geçen gün Ferhan Şensoy’un eski bir cümlesine takıldım, Haldun Taner’in her sabah saat altıda daktilosunu balkona atıp yazı yazması hiçbir şey olmasa bile kafasında, sokaktan geçeni, vapurdan inenleri yazması 20 sayfa tutuyormuş. Bunun bir disiplin olduğunu düşünüyorum. Yapacak hiçbir iş olmasa bile atölyeye gitmek, bilgisayarı açmak, kitaba başlamak, müze gezmek belki yürümek bu işin parçası. Hayal etmek de bunların bir tanesi. Bunların hepsini çalışma disiplininin bir parçası olarak görüyorum. Çünkü bir sanatçı olarak müze gezerken izleyici olmuyorsunuz, işinizin bir parçası oluyor. Burada söylemek istediğim şu değil, çok çalışın çok çalışmadan hiçbir şey elde edilemez. Demek istediğim, disiplinli bir yol haritası olmadan başarılı olunacağına inanmıyorum ve etrafımda da bunu açıkçası görmedim. En deli, en alkolik, ah zavallı dediğimiz sanatçıların bile saatlerce resim yaptığını, günlerce atölyesinden çıkmayıp ürettiğini görürsünüz. Evet, şans önemli bir faktör olabilir, buna inanabiliriz belki ama herşeyin şansla olduğunu düşünmüyorum. Düşüncene sahip çıkarsan o yolu bir şekilde bulursunuz. Bu hayatta zaten geriye bir şey bırakamayacaksak çok anlamsız olurdu, sanatla uğraşan insanların böyle bir artısı var. Yıllar sonra da anılabilirsiniz. Hiç düşünmediğiniz dünyanın bir ucundaki insanla aynı hisleri paylaşabiliyorsunuz.