Drag Queen Onur Gökhan Gökçek ya da hepimizce bilinen personasıyla Nurtopu Saçan’ın evindeyim. Boğaz manzarası, bir fincan sıcak kahve, ev yapımı şekerlemeler, pamuk gibi bir kedi ve nazik bir ev sahibi desem, sanırım bana ”Sohbet için bundan daha harika bir ortam düşünülemez” derler. Peki sohbetin içinde salt bir sanat olarak Drag yapmak dışında, maruz kalınan LGBTI+ ayrımcılığı ve toplumun ikiyüzlülüğü varsa?
Röportaj: Sebla TANIK / Fotoğraflar: Serra DURAN
Klasik bir soruyla başlamak istiyorum. Kendinden bahseder misin?
İstanbul’da doğdum. Toplumun ”öteki” olarak tanımladığımız kesiminin olduğu bir semtte yetiştim. Kendilerini devrimci olarak nitelendiren, ancak pratikte bununla alakası olmayan insanlardı. Çocukluğum bunların arasında bir takım travmalar yaşayarak geçti. Bale yapmayı hep çok istiyordum. Kendi imkanlarım ve bazı arkadaşlarımın da yönlendirmesiyle Oya Bale Okulu’na gittim. Bir süre sonra burası bana yetmemeye başladı. Çağdaş Bale Topluluğu’nu keşfettim. Onlara yazdım, beni görüşmeye çağırdılar ve anlaştık. Cem Ertekin’le tanıştım benimle ilgileneceğini söyledi. Oradaki dersler çok yoğundu, ben de baleye geç başladığım için topluluktakilerin seviyesine yetişebilmek için ekstra çalışmam gerekiyordu. 20 yaşıma geldiğimde, bale dünyasındaki mükemmel olma hırsı, sosyal hayatımdan mahrum kalma ve heteroseksist baskılar fazla gelmeye başladı ”Evet baleyi çok seviyorum, çok aşığım ama olayım tam olarak bu değil” diye düşündüm ve bıraktım. Baleyi bırakınca pub ve restoranlarda DJ’lik yapmaya başladım, yeni insanlarla tanıştım. 4 sene kadar sürdü bu serüvenim. 23-24 yaşımda Drag Queen olarak çalışmaya başladım.
Nasıl başladın?
LGBTI topluluğu içinde, kendi aramızda partiler yaparken bir noktada süsleniyor, giyiniyorduk. Bu topluluğun içinde Cahide’de çalışan dans eden, drag yapan arkadaşlarım vardı. Yeni birini aradıklarını söylediler. İşe ihtiyacım olduğu, bir de DJ’likten sıkıldığım bir dönemdi, çünkü çok içiyordum. Cahide’ye görüşmeye gittiğimde deneme makyajı yaptık, kostüm giydim. Nihayetinde başladım ve Cahide’de 5 sene çalıştım, makyaj yapmayı, kostüm yapmayı orada öğrendim.
Cahide Drag Queen’ler için bir ekol niteliğinde sanırım…
Evet ancak orada da kendi içinde bazı bilinçsizlikler var. Bu ülkedeki insanların, kendini tanıyamama ve tanımlayamama sorunu burada da var. Yaptıkları işin artistik yönünün, ne kadar büyük ilham kaynakları olabileceklerinin farkında sayılmazlar.
Geleneksel tiyatromuzda, özellikle Ortaoyunu’ndaki ”Zenne”den yola çıkarak, ”Drag Queen” kültürüne aşina olmasını beklediğim bir toplumuz aslında. Ama Drag Queen algısı tam oturmuş değil.
Bu işi yapanlar da doğru lanse edemiyor. Mesela Huysuz Virjin ”Ben Drag Queen’im” demiyor, ”Ben Huysuz Virjin’im” diyor. Bu bir karakter değil. Bir meslek, bir ismi var. Yeni bir şey de değil üstelik, ”Drag” Shakespeare zamanında çıkıyor. Bizdeki gibi, kadınların sahneye çıkmasının yasak olduğu dönemde erkeklere kadın rolü yazıyor. Erkekler kadın kılığında sahne alıyor. Zamanla bu popüler bir hal alıyor. Show’a, stand-up’a, dansa, taklide dönüşerek güncelleniyor. Bu şekilde günümüze kadar gelen bu işi ağırlıklı olarak gayler yapsa da, heteroseksüel erkekler de bu mesleği gayet icra edebilir, örnekleri de var. Kimse ismiyle kullanmadığı için aşina oldukları şeyin ne olduğunu bilmiyorlar. Bir tek heteroseksist toplumda yok, bu kendi içimizde de var. Drag Queen’i bilmeyen gaylere de rastlıyorum. Bizim kendimizi tanımamız, doğru tanıtmamız ve bilgiyi doğru vermemiz çok önemli. Konuşulması gerekiyor.
Cinsiyete ilişkin kalıp yargılar var. Toplum bilgi, inanç ve beklenti açısından bunları ”normal” kabul ediyor. Butler’a göre drag sanatı, toplumun kadından ya da erkekten beklentisini alaya alan bir tavır takındığı için önem taşıyor. Sen bir Drag Queen olarak toplumun kadın ve erkeğe yüklediği davranış kalıplarını yıkma konusunda kendini sorumlu görüyor musun? Yarattığın Nurtopu Saçan karakteri bu noktada nasıl bir tavır içinde?
Toplumdaki kadın ve erkek figürünü kırmak adına çok önemli, zengin bir sanat ve performans dalı. Benim ilk Drag ismim Nurtopu Saçan’dır. Bizim ülkemizde bir erkek çocuk doğunca ”Nurtopu gibi bir oğlunuz oldu” derler. Kızlar ise hiçbir övgü almazlar. Ben bununla alay etmek istedim. Nurtopu gibi bir oğlunuz oldu aynı zamanda da bir kızınız oldu (gülüyor) Elbise ve kostümün bunda büyük bir rolü var, takım elbise giyip daha maskülen oynadığım durumlar da oluyor. Yani evet toplumdaki kadın değil, erkek figürünü de kırmaya çalışıyorum ama bunun yanında toplumun farklı kesimlerini de ele alıyorum. Nurtopu Saçan iyi niyetli, pozitif enerji saçan, hiç dans etmeyen birini bile dansa kaldırabilen bir karakterdi. Ama o topu patlattım (gülüyor). Farklı personalarım da var. Mesela ”Cake Mosque” var. Modellik yapmaya da başladığım bir dönemde doğdu. İçinde hem benim Kate Moss hayranlığımı, hem anoreksik modelleri yaşatıyor. Yakında Akmerkez yapıcam ismimi, ona çok yükseldim. Steril ve elit olmaya çalışıp aslında hiç alakası olmayan Akmerkez kızlarına bir gönderme yapacak o mesela.
Çok farklı tarzlarda Drag Queen’ler de var; Sasha Velour, Violet Chacki, Huysuz Virjin mesela… Bambaşka imajlarla sanatlarınızı sunuyorlar bize. Bu sanatın olmazsa olmazı kabul edilen bazı teknik noktalar var mı?
Hayır öyle bir şey yok. Mesela Drag yapıyorsan dikiş bilmek zorundasın diye bir şey yok. Bu sana altın bilezik olur, kimseye muhtaç olmadan kendi giysilerini dikersin ama zorunlu mu? Hayır. Çok büyük makyajlara da gerek yok. Yoksul olup tuğladan topuklu ayakkabı, süpürgeden saç, poşetlerden giysi yapan çocuklar var Uzakdoğu ülkelerinde. Onu nasıl yaşadığın ve nasıl aktardığın önemli. Tuck* yapmayan da bir çok Drag Queen var. Drag’in sınırları yok, önü açık ve zengin. Esas bunu kalıplara sokmak, sınırlandırmak yanlış.
Sen Drag’e salt sanat olarak mı bakıyorsun, yoksa duygusal gelişimin için ayrı bir yeri de var mı?
Sanat olarak değerlendiriyorum. Sanat da, insanın kişisel gelişimine her halükarda katkıda bulunur hayatının bir noktasında. Psikolojimi rahatlatmak için yapıyorum da diyemem çünkü Drag Queen’seniz yalnızsınız. Yurtdışında da çalıştım ama Türkiye için konuşacağım; bir çok insan için bir maskotum. Kafasında bir kalıp var ve bunun ötesine gidemiyor. Onun dışına çıkmak çok zor. Bazı insanlar yaklaşmaya korkuyor, orada doğabilecek dialogdan, benim ona küçük düşürücü bir cevap verebilme ihtimalimden. Bunlar beni zaman zaman küstürüyor, ben duygusal bir insanım ve kolay etkileniyorum sanırım. Çoğu zaman sadece hissiyatla hareket ederek araştırılmadan, yüzeysel bilgilerle yargılanmak üzücü.
Bir yandan bu olurken gay bir birey olarak, homofobinin yoğun olduğu bir toplumda yaşamak da pek yardımcı olmuyordur tabi.
30 yaşımdayım ve kendime baktığımda gündelik yaşamda bana keyif veren şeyleri yapmak bile içimden gelmiyor. Kötü bakışları, olumsuz enerjileri almak istemiyorum. Bu sorun benimle ilgili de değil, buna toplumun hissettirmiş olduğu baskı neden oluyor. Gitgide içime kapandığımı ve yalnızlaştığımı görüyorum aslına bakarsan. Eskiden umrumda değil diyebiliyordum.
Yeni nesil bu açıdan umut vaat etmiyor mu, eskiye nazaran hiç mi gelişme yok?
LGBTIQ bireyler eskiye nazaran çok daha bilinçliler. Çok daha bir arada, örgütlüler eskiye nazaran. Ama heteroseksist toplum baskısı çok daha büyük ve şiddete meyilli. Trans cinayetleri hala devam ediyor, şiddete maruz kalıyorlar. Beni en çok üzen şey de toplumun ikiyüzlülüğü, hatta bu ikiyüzlülük LGBTIQ bireylerde bile mevcut. Bülent Ersoy devlet protokolünde iftar yemeğine gittiği gün, aynı saatlerde polisler transların üstüne biber gazı ve suyla saldırıyordu. Bundan kimse bahsetmiyor. Bahsedilmedikçe de bu sorunlar devam ediyor. Eğer gelişme olsaydı Türkiye Avrupa’da 1. Dünyada da 4. sırada olmazdı trans cinayetlerinde. Göz önünde ve sözü daha çok geçen insanların bize destek vermesi gerekiyor. Bülent Ersoy’un, atlattığı badirelerden sonra bugün geldiği noktada ortaya böyle insan çıkarması da korkunç bir şey. Gittiğim bütün ülkelerde, verdiğim tüm röportajlarda bu ikiyüzlülükten mutlaka bahsediyorum. Görünürlüğün artması için başta bu insanların bizim yanımızda olması gerekiyor. Biz elimizden geleni yapıyoruz ama tabular desteklerle yıkılabilir.
İstanbul’da çalıştığınız mekanlar size uygun çalışma şartları sağlıyor mu? Sosyal güvenceniz var mı?
Ben şu an Love’da çalışıyorum, onlar bana sosyal güvence sağlıyor ama bu tamamen onların tatlılığıyla alakalı. Bir çok mekan size düzgün çalışma şartları sağlamıyor. Örneğin Cahide’de 5 yıl çalıştım, İzzet Çapa bana sigorta yapmadı. Kafama bir şey düşse hiçbir hakkım yoktu. Keza Xlarge da öyle, az paraya çalıştırıyorlar. Peruklarını, makyaj malzemelerini, kostümlerini kendi imkanlarınla alıyorsun. Ve bu çok da masraflı bir iş. Hele bu tür yerlerde çalışıyorsan beklenti yüksek, muhteşem görünmen lazım. Bu da ekstra masraf demek oluyor. En iyisi isteniyor ama sana en iyisini sağlayacağın maddi imkanı vermiyorlar.
Diğer Drag Queen’lerle aranızda sert bir rekabet söz konusu mu? Yoksa aile misiniz?
Drag Queen’lik ve normal yaşantımızı birbirinden ayrı tutmayı bilmemiz gerekiyor. Benim gerçek bir hayatım var, onu da ayakta ve sağlam tutmam lazım. Ne yazık ki 24 saat Drag hisseden arkadaşlarımız da var. Dedikodu yapmalar, kıskançlıklar, elbise kesmeler. O yüzden çok bir aile ortamından söz edemem.