Dünya çağında ülkemizi başarıyla temsil eden hiperrealist ressam Taner Ceylan, aykırı ve müstehcen olmaktan korkmuyor. Güzeli yansıtmak uğruna pek çok kurum tarafından sansüre uğramasına rağmen ödün vermiyor.
Röportaj: Sebla TANIK / Fotoğraf: Cihan Öncü
Başlangıç noktanız neydi, kısaca bahseder misiniz?
Sanatçı bir aileden geliyorum. Ailede ressam ve müzisyen var. Ama kimse profesyonel olarak yapmamış sanatı. Çocukluğumdan beri sanatla iç içe büyüdüm. Resim yaptım, gitar çaldım… 16 yaşımda Almanya’dan Türkiye’ye döndükten sonra üniversitede Mimar Sinan, Akademi’ye girdim ve resim serüvenim başladı.
Sanatınızı kabul ettirene kadar büyük zorluklar yaşadığınızdan söz ediyorsunuz. Nasıl bir süreçten geçtiniz?Yaptığım şeye hep inandım. İçerik dolayısıyla akademide kabul görmüyordum. Hocalarım devamlı resmimi değiştirmeye, beni yönlendirmeye çalıştılar ama ben yaptığımdan vazgeçmedim. Tabi öğrendiklerimi, katkılarını yadsıyamam ama akademide pasif çatışmalı bir süreçten geçtik. Sonrasında ise ortamın içinde kendime yer edinme derdindeydim. Bağımsız mekanlarda sergiler, performanslar yapıyor ama galeri dünyasına giremiyordum. Bana bir galerici resmimdeki çıplaklığı kapatmamı bile söyledi. Ancak o zaman sergimi yapacaktı… Dediğini yapmadım… Dediğim gibi inançla, zorlukları aşarak bugünlere geldim…
Taner-Taner eseriniz çok enteresan. Sonradan başına gelenler de öyle. Bu yüzünden akademik hayatınız sonlandı. Eserin öyküsünü ve sonrasında yaşadıklarınızı bize anlatır mısınız?
Bağımsız bir sanatçı grubundan “Aileye Mahsus” isimli sergiye bir davet geldi. Bende kendi kendimin ailesi olsam hatta kendimin eşi olsam, kendimle sevişsem nasıl olur diye sordum. Ama bu soruyu hayata geçirmek kolay olmadı haftalar sürdü o düşünsel eşiği atlamak. Çok ses getirdi, benim için bir dönüm noktası oldu. Sonrasında eğitimci olduğum okuldan uzaklaştırıldım. Bu benim için yıpratıcı bir sürece dönüşebilirdi ama üzerime alınmadım. Durum açıkçası lehime dönüştü. Herkes resmimi gördü, tanıdı. Beni destekleyenler hep oldu, o dönem sanat camiasının inanılmaz büyük desteğini gördüm. Akabinde Dan Cameron’un küratörlüğündeki “Şiirsel Adalet” başlıklı 8. İstanbul Bienali’nde sergilendi. Böylelikle dünya sanat ortamına giriş yapmış oldum.
Sitenize girerken “to enter this site you must be at least 18 years of age” uyarısıyla karşılaştım. Bu bir kural mı? Dünya çapında tanınmış, önemli bir sanatçının eserlerini 18 yaşından küçüklerin görmesinde ne sakınca var?
Türk hukukunda Madde 226 derki: “Müstehcen görüntü, yazı veya sözleri basın ve yayın yolu ile yayınlayan veya yayınlanmasına aracılık eden kişi altı aydan üç yıla kadar hapis ve beş bin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır.” Mahkeme kapılarına epey aşina olan birisi olarak Donkişot’luk yapacak ne halim ne de zamanım var. Yeteneğim bu işler için fazla değerli.
Eşcinsellik, penis, çıplaklık, gördüğümüz çalışmalarınızın, cinselliğin bir tabu olmasıyla doğru orantılı olarak popülerliğinizi arttırdığını düşünüyor musunuz?
O dönem için farklı ve dikkat çekici bir konuydu eşcinsellik ve çıplaklık. Daha önce kimse benim kadar açık bir şekilde resmetmiyordu, konuşmuyor, homoerotizmi yansıtmıyordu, gerçekliğini kabul etmiyordu. Dolayısıyla; hiçbir galeri sergilemeye yanaşmazken Galerist’te gerçekleşen ilk kişisel sergim de çok büyük dikkat çekti. Şüphesiz bir etken olmuştur, ama doğru formasyonla, dile geldikleri janr onları ciddiye aldırttı. İlk ilgi ve tepkinin üzerine, tekniğimi geliştirmez, üretmeye devam etmez ya da ‘bu zaten dikkat çekiyor, satıyor’ gibi bir konforla hareket etseydim bugünkü konumumda olamazdım… Homoerotizm konularımdan biriydi, yine olacaktır, olabilir ama popüler olmak adına devam ettiğim bir şey değil…
İnsanı iyi tanıyorsunuz. Erotik unsurlar konusunda “Bilip de rahat bakamadığımız bir şeyle karşılaştığında tepkimizin fazla” olduğunu söylüyorsunuz. Bunu eserleriniz yoluyla izleyiciye yaşatmak nasıl hissettiriyor?
Açıkçası sonuç değil hep süreçti beni ilgilendiren. O sahneleri yapmak aynı zamanda yaparken yaşamak kısmı benim için önemli. Biraz önce dediğim gibi, o bir eşik sanatçının atlaması gereken. Sonra da izleyicinin sanırım. Başka türlü eser ikna edemez.
Ülkeler arası kıyaslamaya giderseniz, sizin eserlerinizi izleyen gözlerin en temel farkının ne olduğunu söyleyebilirsiniz?
Avrupa’nın sanat anlamında bir geçmişi var. Her toplumun var ama Avrupa’da yüzyıllardır süregiden bir sanat geleneği var. Rönesans’tan Empresyonizme, Pop Art’a, bugünkü güncel sanata gelene kadar bir süreç geçirdi Avrupa. Diğer taraftan müzeleri var çok uzun yıllardır. Müze gezme alışkanlığı, evine resim asma alışkanlığı var. Dolayısıyla eğitimli bir göz doğal olarak kendiliğinden oluşuyor. Türkiye sanat tarihine de baktığınızda Osmanlı’dan gelen çok zengin bir sanat anlayışı var fakat bugün okullara baktığınızda Avrupa sanatı öğretiliyor. Devlet müzeleri fena halde. Eserler kayboluyor. Topkapı Sarayı’na okul gezisi düzenleniyor da Resim Heykel Müzesi’ne gitmek akla gelmiyor, keza ortada ne müze kaldı ne de AKM… Bu gibi şeyler çok basit ama bence sanata bakan gözlerin arasındaki farkı yaratan şeyler… Dolayısıyla benim resimlerime bakan izleyiciler arasında da mutlaka bir fark vardır. Avrupa resim sanatını izleyen bilen bir izleyici çıplak bir figür gördüğünde algısı farklıdır, orta doğu ya da Türkiye’li bir izleyicininki farklı…Bu tüm sanat yapıtları için geçerli…
Moon Tale’de olduğu gibi özel anları cesurca, en ince detaylarına kadar işlemek sizde nasıl bir duygu uyandırıyor?
Sanat tarihinde neo-klasik üslupla ay ışığında bir oral seks sahnesini ilk kez resmediyor olmanın hazzı çok büyük. Çünkü seks benim için bir mucize, bu fiili layık olduğu ortamda görünür kılmak, benim için ne anlama geldiğini gösterir. Çok müthiş deneyimler edindim bu resimle, özellikle koleksiyonerler bazında: Sanat sever böyle bir peyzajı ne pahasına olursa olsun almak istiyor ama ailesi, eşi, dostu yüzünden alamıyor. Onca servetine rağmen hala özgür değil! Müthiş bir yüzleşme değil mi! Böyle en az bir gün içinde çaresiz 5 koleksiyonerle karşılaştım..
İnsanların görünümlerini mükemmelleştirme çabaları eserlerinizin formunu da etkilediğini düşünüyorum. Basının veya sanatçıların empoze ettiği günümüz güzellik normlarına bakışınız ne yönde? Neden deforme, çok zayıf ya da çok kısa vücutlara yer vermiyorsunuz?
Açıkçası deforme, çok zayıf veya çok kısa vücutlar benim düşlerimi süslemiyorlar, belgesel yapmıyorum ve insan bedeninin gerçekleriyle ilgilenmiyorum. Arzularımı ve hayallerimi resmediyorum. Beni heyecanlandırmayan bedenler için bir ömür tuvalin karşısında geçiremem. İdealimdeki bedenle gerçekte sevişmek saatlerle sınırlıyken tuvalde sonsuza kadar sürüyor…