Amerikalı soyut ekspresyonist ressam Mark Rothko (Marcus Rothkovitch) 25 Eylül 1903’te Dvinsk, Rusya’da doğdu. Çalışmalarıyla İkinci Dünya Savaşı sonrasının melodramatik Soyut Dışavurumcu ekolünü geliştirdi. Dışavurumun tek aracı olarak renkleri kullanmasıyla Renk Alanı Resmi’nin gelişmesine önayak oldu.
Rothko’nun ailesi 1913 yılında Rusya’dan Amerika’ya göç etti ve Portland, Oregon’a yerleşti. Gençliği boyunca siyasetle ve toplumsal meselelerle içli dışlı oldu. İşçi lideri olma hevesiyle 1921’de girdiği Yale Üniversitesini iki yıl sonra bırakıp ülkenin çeşitli bölgelerinde başıboş gezindi. 1925’te New York’a yerleşti ve resimle ilgilenmeye başladı. Kısa bir süre ressam Max Weber’in yanında eğitim görse de ağırlıklı olarak kendi kendini yetiştirmiş bir sanatçıydı. Rothko’nun ilk izlediği akım realizmdi. Bu üslupta çalışarak insanların yalnızlığını donuk renkli kent manzaraları içinde resmettiği işlerini 1930’ların sonunda, zirve olarak nitelenen Subway (Metro) serisi altında topladı.
Bu seriyle birlikte 1940’ların başında benimsediği yarı soyut biyomorfik formlar, Baptismal Scene (Baptizm Sahnesi) eserine giden yolun taşlarını döşedi. 1948’e gelindiğindeyse Soyut Dışavurumculuğun son derece kişisel bir biçimini icra etmeye başlamıştı. Diğer Soyut Dışavurumcu sanatçılardan farklı olarak Rothko vahşi fırça darbeleri ya da boyanın sıçratılması gibi dramatik tekniklere başvurmadı. Aksine, onun sanatsal açıdan ifadesiz resimlerinin gücü, resmin kendisine paralel olarak sınırları belirsiz bir atmosferde süzülüyor yan yana duran geniş donuk renklerden geliyordu.
Rothko hayatının geri kalanında temel üslubunu gitgide daha basit bir hâle getirmeye çalıştı. Tasarımlarını, adeta bir abide gibi duran duvar büyüklüğündeki dikey tuvallerin hemen hemen her yerini kaplayacak “yumuşak köşeli” iki ya da üç dikdörtgenle sınırladı. Muazzam boyutlarına rağmen, renklerin kendi içlerindeki geçiş oyunları sayesinde bu resimlerden güçlü bir samimiyet duygusu yayılıyordu.
1958-1966 yılları arasında Rothko aralıklı olarak, en büyüğü 3 x 5 metre olan 14 devasa tuvalden oluşan bir seri üzerine çalıştı ve nihayetinde bu eserler, Houston, Teksas’ta bulunan sanatçının ölümünden sonra Rothko Şapeli olarak anılacak olan mezhepsiz bir şapele konuldu. Bu resimler karanlık parıltılar saçan kahverengilerden, vişne çürüklerinden, kırmızılardan ve siyahlardan oluşan güçlü monokrom eserlerdi.
Barındırdıkları derin kasvet, Rothko’nun son yıllarında içinde bulunduğu yoğun mistisizmi yansıtıyor. Hastalıklara ve resimleriyle hocalık ettiğine inandığı sanatçılar tarafından unutulduğuna dair duyduğu inanca daha fazla tahammül edemedi ve intihar etti. Ölümünden sora, Rothko’nun vasiyeti, modern sanat tarihinin çarpıcı ve karmaşık davalarından birinin yolunu açtı ve 11 yıl boyunca devam etti.
İnsanlara düşkün olmayan Rothko sayıları 798’i bulan tablolarının yanı sıra çok sayıda eskizini ve çizimini de biriktirmişti. Kızı Kate Rothko, vasiyet tenfiz memurlarını ve New York’taki Marlborough Galleries’in sahibi Frank Lloyd’u komplo kurmak ve kendilerini zenginleştirmek üzere babasının eserlerini çıkarları dahilinde satmakla suçladı.
Mahkeme, dava sonucunda çok büyük tazminatlar ödemek zorunda kalan tenfiz memurları ve Lloyd aleyhine karar verdi. Lloyd’un davası ayrıldı ve delil karartma suçundan mahkum oldu. 1979’da Mark Rothko Vakfı’nın başına yeni bir yönetim kurulu geçti ve vasiyete konu olan tüm eserler, sanatçının çocukları ve Vakıf arasında paylaşıldı. Vakıf’ın payına düşen eserler 1989 yılında, en seçkin ve kapsamlısı Washington’daki National Gallery of Art olmak üzere, Amerika Birleşik Devletleri, Birleşik Krallık, Hollanda Danimarka ve İsrail’de bulunan toplam 19 müzeye dağıtıldı.