Küratörlüğünü Bettina Klein ve Naz Cuguoğlu’nun üstlendiği “Huzursuz Anıtlar” sergisi, politik ideolojilerin bir sonucu olarak kontrol edilemez bir hızda değişen şehri merkezine alarak, otoriteler tarafından anıt olarak atanmayan, fakat bireyler için zaman içerisinde birer anıta dönüşen objelere odaklanıyor. Şehirdeki değişimler çoğu zaman otoriter bir kararla, insanlar üzerindeki etkileri gözetilmeksizin, acımasız bir şekilde gerçekleşiyor. Bu dönüşüm mekanların, objelerin ve alışkanlıkların unutulup gitmesine neden olmakla birlikte nihayetinde güçlü bir kayıp hissine yol açıyor.
Serginin başlığı kendi içinde bir tezat barındırıyor. Sergide yer alan çalışmalar bildiğimiz anlamdaki anıt fikrini temsil etmenin ötesine geçmeyi amaçlıyor. Kişisel anıları beraberinde taşıyan ya da harekete geçiren objeler ve geçmişte inşa edilmiş olması gereken ya da gelecekte inşa edilebilecek olan anıtlar üzerinden kamusal heykellerin sembolik ve ekonomik anlamlarıyla ilgileniyor. Buradaki huzursuzluk, bir yandan güncel durumun güvensizliğine ve beraberinde taşıdığı kararsızlığa işaret ederken bir yandan da bu objelerin fiziksel kırılganlıklarını vurguluyor. Sergideki çalışmalar anıtları unutulmaya yüz tutmuş ya da güncelliğini kaybetmiş objeler olarak görme fikri yerine, birer tartışma ve karşılaşma alanı olarak yeniden düşünmeyi öneriyor.
Guido Casaretto’nun çalışması sanatçının anneannesinin Tarlabaşı’da eskiden yaşadığı evinin tavanından bir parça olarak izleyiciyle buluşuyor. Yarı yıkık evde, bir bütün olarak tek başına varlığını korumuş olan bu parça, sanatçı tarafından üzerindeki çatlaklar ve tekstür oymaları yanmış ahşap üzerinde tekrarlanarak yeniden üretiliyor. Bu çalışma şehirde uzun yıllar var olmuş ve varlıklarıyla önemli etkiler bırakmış, İstanbul Levantenlerinin* anısını galeri mekanına taşıyor.
Vajiko Chachkiani’nin videosunda anıtsal bir heykel sudan çıkarılarak bir pikap kamyonetin arkasına bağlanıyor ve bu yolculuk sırasında heykel sürüklendikçe parça parça dağılmaya başlıyor. “Winter which was not there” (Orada olmayan kış) isimli çalışma, öz-yıkımsal bir eylemin öyküsü olarak okunabileceği gibi filmin sosyal ve politik bağlam içerisinde kurguladığı şekilde bireyin kendi tarihinden kopuşunun tekrar yorumlanışı olarak da görülebilir.
Antonio Cosentino, “İstanbul Atlası” projesi üzerinde çalışmaya yaklaşık son yirmi yıldır devam ediyor. Sanatçının şehrin çeperlerinde kalan mahalleleri gezerek, kaydını tuttuğu bu mekanlar, geçen zamana ve bir şehir olarak İstanbul’a ve sakinlerine olan etkisine de cevaben sanatçının inşa ettiği bir anıt olarak ortaya çıkıyor. Tenekeden ürettiği “Banliyö Treni” adlı çalışması ise çeşitli politik ve ekonomik sebeplerle İstanbul’da artık kullanılmayan banliyö trenlerinin anısını sergi mekanına taşıyor.
Lara Ögel’in işi anma günlerinde takılanları andıran, trafik konisi şeklinde bir rozet olarak izleyiciyle buluşuyor. Bu şehirli objenin ismi olan babayı, günümüzdeki erkekliğin girdiği kriz üzerinden yorumlayan Ögel, yaya trafiğini düzenleyen ve kısıtlayan bu belediyelere ait objenin, sütunu andıran biçimi, ismi ve işlevi ile toplumdaki derin ataerkil altmetinlere işaret ediyor.
Mykola Ridnyi, Dima adlı videosu için emniyet kuvvetlerindeki görevinden ayrılıp taş ustası olarak çalışmaya karar vermiş olan eski bir polis memuruyla söyleşi yapıyor. Bu videoda Dima, başlardaki idealizmiyle bir polis memuru olarak adalet için mücadele verme düşüncesinin, Ukrayna emniyet düzenindeki yolsuzluk ve keyfiyet nedeniyle her geçen gün nasıl yitip gittiğini anlatıyor. 1960’ların Sovyet çizgi filmlerinden bölümlerin yer aldığı videoda, Ridnyi aynı zamanda Dima’nın günlük işlerini özel bir siparişle bölüyor, ve sergide görülebilecek olan bir çift polis botunu yontmasını istiyor.
Walid Siti’nin sergide yer alan heykel çalışması, Irak’ın coğrafyasına özel bir mermerden üretilmiş, yukarı tırmanan merdivenlerden oluşan bir yapı olarak ortaya çıkıyor. Neredeyse fonksiyonsuz denebilecek bu yapının üzerindeki Arapça kelimeler, isimlerini doğadaki bitkilerden alan Kürt kadın isimleri. Siti bu merdiven ile, “ölümsüzleştirilen” erkek figürlerin aksine, katkıları hiçe sayılan kadınların özellikle yıkımı yaşamakta olan topraklardaki varlığına ışık tutuyor.
Christine Würmell, fotoğraf dizisinde, Berlin’deki Friedrichshain Halk Parkı’nda yer alan kamusal heykelleri, birkaç sene sonra buraya geri dönen boş kaideleriyle bir araya getiriyor. 1960’lı yıllarda Doğu Almanya’da yapılan bu heykellerden bazıları dünya piyasalarında metal fiyatlarının yükselişi ve yaşanan mali sıkıntıyla orantılı olarak 2010’lu yıllardan bu yana hırsızlar tarafından çalınmış, vandalizm nedeniyle kaldırılmış ya da önleyici amaçlarla “güvenli bir yere götürüldüklerine” tanık olunmuştur.
Guido Casaretto, Vajiko Chachkhiani, Antonio Cosentino, Lara Ögel, Mykola Ridnyi, Walid Siti ve Christine Würmell’in çalışmalarından oluşan grup sergisi “Huzursuz Anıtlar”, Bettina Klein ve Naz Cuguoğlu’nun küratörlüğü ile 6 Mart – 28 Nisan 2018 tarihleri arasında Zilberman Gallery-Istanbul’un Mısır Apartmanı’ndaki ana sergi mekanında görülebilir.
* Osmanlı İmparatorluğu döneminde, genelde İstanbul ve İzmir başta olmak üzere yaşayan, seneler içerisinde nüfusu hızlı bir şekilde azalmış olan, Fransız ve İtalyan gibi Batı Avrupa kökenli azınlıklar.