16. yüzyıl… İtalya henüz hala batı medeniyetinin ticari ve sanatsal merkezi konumundayken, skolastik düşünceye başkaldıran yeni felsefelere, yeniden doğan bir topluma beşiklik ediyordu. Taşlar yerinden oynamış, kilisenin otoritesi sarsılmış, doğu mistisizmiyle, Eflatuncu felsefeyle haşır neşir olmuş düşünürler, insanı ve doğayı kilise aracılığı olmadan incelemeye yönelmişlerdi. İşte tüm bu düzende, uçmak hayalinde bir adam düşünün. Kimine göre 100, kimine göre 500 yıl erken doğmuş bir dahi. İlginçtir ki, toplam sayısı yirmiyi geçmeyen yağlıboya tabloları onun bir ressam olarak akla gelmesine sebep olur. Oysa ki onu tanımlarken bir biyolog, bir mimar, bir filozof ve hatta günümüzün elde edilmiş bilgi birikimi ışığında bir kuantum fizikçi titrini bile kullanabiliriz. Hepsi bir yana, Leonardo Da Vinci’nin insan bedeni üzerine yaptığı araştırmaları, kaleme aldığı dünyaca ünlü ‘Vitrivius Man’ eskizi ve pozitif bilimlerin sınırlarını aşan felsefi yaklaşımları bugün hala akademik çevrelerce alkışlanmaktadır.
Da Vinci, döneminin anatomiye ilgi duyan ilk bilirkişisi değildi elbette. Vitrivus da onun çalışmalarını takip ettiği mimarın ismini vererek kaynak belirttiği bir ilüstrasyondu. Ancak, incelediği onlarca kadavrayı, hayvanlara ait organları bir cerrah gibi hassasça parçalara ayırabilen ve bunu nokta nokta değil de lirik bir yorum katarak resmedebilen tek kişi oydu. O günlerde Da Vinci’nin defterlerine aktardığı detaylı anatomik incelemelerin ileri versiyonları modern tıp tarafından ancak üç boyutlu görüntüleme cihazları sayesinde elde edilmiştir. Bu noktada, kendisinin insan omurgasını anatomik olarak hatasız çizen ilk kişi olduğunu belirtmek zaruridir. Binlerce sayfalık eskiz defterlerine yaptığı anatomik çizimler arasında Da Vinci’nin hatalı yerleştirdiği (eksik değil hatalı diye bahsedilmesinin altını çizmek gerekir) tek nokta kadın rahminin yapısı ve yeriydi. Tüm bu defterler aslında Da Vinci’nin bitmeyen öğrenme aşkının kaynakları olarak yer alacak ve bu defterlerden bir tanesini 500 yıl sonra Bill Gates 3.1 milyon dolar ödeyerek alacaktı.
İnsan bedeni ile ilgili topladığı tüm bilgileri, gözlemlediği tüm detayları Vitrivius Man’de derleyen Da Vinci, bu ilüstrasyonda bir erkeği farklı açılardan tüm anatomik donanımı ile resmeder. Dışarıdan bakınca bir çember ve kare içerisinde düz ve yan durmuş bir erkek resmi deyip geçebileceğimiz bu çizim, Da Vinci’nin referans gösterdiği çalışmanın ilerisinde bir gözlem ve teknikle insan bedenini bugün hala altın oran diye bildiğimiz bir düzenle gösterir. İnsan, bu resimde mükemmel oranlara, mükemmel bir vücut mekanizmasına, mükemmel bir görüntüye sahiptir. Eğer insan, görünür düzende bu kadar mükemmel bir mekanizmaysa, saklı düzende, yani görünenin arkasındaki sistemde de hem mükemmelliği yakalamış bir birim, hem de çok daha büyük ve mükemmel bir oluşumun uzantısı konumundadır. Aslında bedenle resmedilen, bedeni mükemmelleştiren, ressam değil, belki biraz daha mistik bir felsefe ile bahsedecek olursak, sistemin kendisidir. Bu çıkarımda bulunmamızı sağlayan Da Vinci’nin defterine not aldığı kendi cümlesidir. Leonardo, defterine basitçe her insanın etrafındaki çemberi kendiyle doldurduğunu (buna aura diyor modern çağımız) ve bu doldurduğu her ne ise bunun etrafındaki diğer tüm parçalarda görüleceğini yazar. Yaklaşık 500 yıl sonra ise bu kez dünyaca ünlü fizikçi David Bohm, holografik evren (3 boyutlu evren de denir) tezinde, evrenin genetik kodlamasının her atomunda (hatta her atomaltı parçacıkta) gözlemlenebileceğini keşfetmiştir. Bu tıpkı bir dna hücresinin kişinin tüm genetik kodlamasına sahip olduğu örneğiyle açıklanabilir bir durumdur. Leonardo, o günün şartları ve bilgisiyle insanın doğanın sadece fiziksel bir uzantısı olmadığını, aynı zamanda iki tarafın da birbirinin kozmik özelliklerini yansıttığını kendi dehası ve gözlemiyle sonuçlandırmıştır.
O yüzyılda elbette evrenin fizik yasaları ile ilgili bir literatür oluşmamıştı. Düşünün ki, bir icat yaptınız, ama sunabileceğiniz bir mecra yok, veya bir buluş yaptınız ama anlamlandıran kimse yok. Şüphesiz Da Vinci defterine karaladığı eskizleri bir araya getirerek bilim alanına katkı sağlamayı planlıyordu ancak buna vakti kalmamıştı. Geride bıraktığı defterler, insanlığa yüzyıllarca rehberlik edebildiyse, kendisini zamansız bir dahi olarak anmak, haksızlık sayılmaz.
Yazar: Ece DOĞULU