Modern insanın belki bin yıllık birikim sığdırdığı 20. yüzyıl, birçok akıma, düşünceye, devrime ağaçlık etmiştir. Gerçeküstücülük de bu ağaçta hayat bulan ve modaya en çok renk getiren akımlardan biri.
Üç kıtayı etkisi altına alan ve büyük yıkıma yol açan savaşın ortasında, bir yanda Fransızların “Tahta At”ından isim alan dadaizm, bir yanda Freud ve psikanalitik kuram, bir yanda Rimbaud’nun başı çekerek savunduğu yeni sanat anlayışı ve diğer yanda Marx ve Engels’in siyasi görüşleri mevcutken, Andre Breton’un öncülük ederek kaleme aldığı “Sürrealist Manifesto”, akılcılığı, ahlakı ve bilinci sorguluyordu. Bir bakıma, az önce sayılanlardan kopuyor, bir ‘böcek’ gibi ezilen birey, bu şekilde özgürleşiyordu. Bu özgür kalış, sanatta da hayalgücüne yeterli yeri açıyor, gerçeği mizah unsuru olarak ele alınana dek hafifletiyordu.
Aynı ilhamla, modada bu akımdan etkilenen ilk isimler, tasarladıkları parfümlerle Coco Chanel ve Marcel Duchamp olmuştu. Duchamp, Rigaud’un örtüye sarılmış yarı çıplak bir kadının resmedildiği parfüm reklamından yola çıkarak, aynı parfüm şişesine kendi resmini bir kadın gibi göstererek eklemiş ve ismini ‘Belle Haleine: Eau de Voilette’ (‘haleine’ Fransızca’da ‘nefes’ demek olsa da Truvalı Helen’i de çağrıştırır ve ‘voilette’ peçe anlamına gelir) koymuştur. Bu ince düşünülmüş kelime oyunu bile gördüğümüzün, aslında görülenden ibaret olmadığını mizahla vurgulamaktadır. (Bu parfüm şişesinin, 2009’da Christie’s müzayede evinde rekor bir fiyatla, yaklaşık 12 milyon dolara alıcı bulduğu da alt bir bilgi olsun) Coco Chanel ise ikonik parfüm Chanel No:5 ile tasarımcı ve ürün arasında şimdiye dek süregelenden farklı bir bağ kuruyor, kendi eserini üretim sürecinin aktif bir parçası olarak yansıtıyordu.
Giyimde ise öne çıkan ilk sürreal tasarım Coco Chanel’in baş rakibi Elsa Schiaparelli’nin ‘trompe l’oeil’ örgü kazakları idi. Gerçek gibi görünerek algı karmaşası yaratan bu parçalar aslında gerçeği mizah unsuru haline getiriyor, aradaki çizginin üzerinde oynuyordu. Salvador Dali ile yaptığı işbirliği sonucu ortaya çıkan ayakkabı formundaki şapka, Lobster Dress ve Skeleton Dress en ikonik parçalar haline geldi.
Yine 1930’larda sanatçı Man Ray’in, Madame Agnes tasarımı şapkalarla poz veren kadınların fotoğraflarını bir araya getirdiği ‘La Mode Au Congo’ isimli sergisi sürreal sanat ile modanın bir araya geldiği sanat faaliyetlerinden biri oldu.
Yakın dönemin moda dünyasında da sürrealist akımdan ilham alan tasarımlar arasında Maison Martin Margiela’nın Rene Magritte’ten etkilendiğini gösteren 2009 ilkbahar-yaz kreasyonunu, Viktor&Rolf’ün 2010’da tüllerle ilüzyon yarattığı abiye elbiselerini, Philip Treacy’nin 1998’de Dali’den esinlenerek tasarladığı ve sürrealizmin ikon motiflerinden biri haline gelen ıstakoz şeklinde tasarladığı ve İngiliz moda editörü Isabella Blow’un kullandığı şapkasını sayabiliriz. Treacy aynı zamanda 2010’da Lady Gaga için bu şapkanın farklı bir versiyonunu, bu kez bir mucevher gibi tasarlamıştır.
Katy Perry’nin aklıda kalan sahne kostümlerinden, 2008 yılında giydiği atlı karıncalı elbisenin yaratıcısı Manish Arora da bu akımdan ilham alan tasarımlar üretmeye devam etmiştir.
Christian Lacroix 2013 senesinde, Elsa Schiaparelli’ye övgüyle selam gönderen bir kapsül koleksiyona imza attı. Lacroix’nin doğrudan ilham aldığı Schiaparelli tasarımlarını, yine kendi imzasıyla yorumladığı elbiseler bir defile ürününden çok sergilenen birer eser olarak öne çıkıyordu.
Gerçeküstü akım, yaklaşık yüzyılı doldurmak üzereyken, hala günümüz popüler kültürüne ve moda dünyasına ilham vermeye devam ederek, aksi ispatlanamamış bazı evrensel fikirleri barındırdığını kanıtlamakta.. Belki de tasarımcıların bu fikirle çok sık oynamalarındaki önemli sebeplerden biri, estetik ve giyilebilirlik gibi ticari kaygılarından uzaklaşmaları sonucu, hayalgücünün yönlendirmesiyle deşarj olmaları ve podyuma daha üretken, daha taze dönmeyi hedeflemeleri.
Bakalım, önümüzdeki sezonlarda başka hangi modacılar, bu akımdan beslenmeye devam edecek.
Yazarlar: Ece DOĞULU