Resim ve heykel sanatı, yüzyıllar boyunca insan bedeninin yapısı ve biçimi üzerinde gerçekleştirdiği çalışmaları ile büyük sanat eserleri meydana getirmiştir. Bugün içinde olduğumuz modern çağ ve gelişmiş teknolojinin yanında, halen hayranlıkla seyrettiğimiz bu sanat eserlerinin sırrı nedir? Bazen bir duvar resminde, bazen mermerden oyulmuş bir heykelde gördüğümüz bu mükemmel insan figürlerinde, sanatçıların üstün yetenekleri arkasında yer alan derin felsefeyi görmek ve anlamlandırmak için sadece eser ile karşı karşıya kalmak bile yetersizdir bazen…
Antikçağ’daki Yunan ve Roma heykelleri, biçimsel açıdan tüm zamanların en başarılı sanatı olarak görülür. Gerçekçilik arayışıyla biçimlerde kusursuzluğa erişme kaygısını birleştiren bu sanat, Batı Heykel Sanatı’nın oluşmasında ve gelişmesinde etkili olmuştur. Özellikle Hellenistik Dönem’de yapılan grup heykellerinde, ideal ölçülere uygun insan vücutlarının yanında, insanın iç dünyasının dışa vurumu bir arada verilmiştir. 1506 yılında Roma’da bulunan ve Vatikan’da sergilenmeye başlanan “Lakoon ve Oğulları” heykeli, son derece hazin bir mitolojik hikayenin taşa yansımasıdır. Troyalı Lakoon ve iki suçsuz oğlunun, tanrı Apollo’ya karşı gelmesi sonucu, iki boğa yılanı tarafından saldırıya uğraması ve boğularak öldürülmesini konu alır. Eserde, Lakoon’un gövde ve kol kaslarının işlenişinin mükemmelliği yanında, doğanın hükmü karşısında, tanrıların gazabına uğramış insanların çektiği acı ve şiddeti derinden hissetmek mümkündür.
Antik Yunan sanatını temel alan Rönesans sanatçılarından Leonardo Da Vinci, dünyanın gelmiş geçmiş en yaratıcı dehalarından biridir. “Vitruvius Adamı” ünlü ressamın günlüklerinin birinde bulunan, aldığı notların ve çizimlerin içerisinde yer alan bir eskizdir. Bu eskiz aslında, Rönesans döneminde yapılmış, örnek bir bilim ve sanat eseri olma özelliği taşır. Leonardo, insan vücudu ve doğayı birbiri ile ilişkilendirme çabasında olup “Altın Oran”ı, yani ideal güzellik anlayışını anlatmaya çalışmıştır. Altın Oran, bir bütünün parçaları arasındaki mükemmel uyumdur. Rönesans dönemi resim ve heykel sanatı yanında, mimari çalışmalarda da bu oran uygulanmıştır. İçiçe geçmiş bir kare ve dairenin ortasında, değişik açılardan kol ve bacakları açık ve kapalı olan çıplak bir erkeğin tasvir edildiği bu eskizde, sanatçının karenin “maddesel”, dairenin ise “ruhsal” varlığı sembolize ettiği, böylece insanoğlunun farklı iki yönünü resmettiği düşünülür. Bu çalışma, batı resim sanatı tarihinde başvurulan önemli bir kaynak olmuştur. Bu dönem sanatçıların, insan vücuduna ilgisi, gerçeğe en yakın şekilde eser yaratma arzusu, onların insanın anatomik yapısı üzerine araştırmalarındaki başarılarının bir sonucu olmuştur. Kemik biçimleri, kasları veya eklemleri incelemek üzere, kadavralar üzerinde çalışan sanatçılardan Michelangelo’nun “Adem’in Yaratılışı” efsanesi konulu eserinde, tanrı ile insanoğlunun ayrılışı anını, işaret parmaklarının uçlarının birbirine son dokunuşu ile mükemmel bir şekilde göstermektedir.
Sanat Tarihi’nde, erken dönemlerde başlayan insan vücudu üzerine yapılan sanatsal anatomi çalışmaları sonucunda, hepsi birer başyapıt olan eserler ortaya çıkmıştır. Değişen ve gelişen dünya görüşüne rağmen bugün herkesi hayran bırakan bu eserlerden belkide en etkilisi Gian Lorenzo Bernini’nin heykelleridir. Barok Dönem heykel sanatının usta sanatçısı Bernini’yi bugün “Ruhu heykele dönüştüren sanatçı” olarak tanımlamak ne kadarda doğrudur. Roma meydanlarındaki pek çok eserin mimarı olan sanatçının “Persephone’nin Kaçırılışı” adlı eserindeki vücud kıvrımları, elleri ile Persephone’u saran Hades’in gövde üzerinde bıraktığı izlerin gerçekçiliği inanılmaz etkileyicidir. Mermer veya taş üzerinde böyle bir yontu gerçekleştirmek nasıl büyük bir başarıdır? çeşitli dönemlerde yaşamış ve insan vücudunu sanat eserine dönüştürmüş olan tüm bu sanatçıları ayakta alkışlıyorum.
Yazar: Buket ŞAKARCAN