Bir sanatçı eserini “özgürce” yaratabilmek için uzun yıllar mücadele etmiştir. Ortaçağ Avrupası’nda kilisenin etkisiyle gelişen skolastik düşünce, sanatçıların üzerinde tam bir baskı uygulamıştır. Karanlık dönemden aydınlığa “Rönesans”a geçiş uzun bir süreden sonra gerçekleşecektir. “Yeniden Doğuş”tur kelime anlamı… ‘Hümanist’ dünya görüşü ile sanatçılar yeni kimliklerine kavuşurlar. Rönesans insanı, evrenin merkezine yerleşmiş ve doğanın en mükemmel varlığıdır artık… İşte bu dönemde ortaya çıkar sanat dehaları: Leonardo Da Vinci, Michelangelo Buonarroti, Raffaello Sanzio, Tiziano Vecellio, Sandro Boticelli… Leonardo Da Vinci, bir başyapıtı olan “La Gioconda”(Mona Lisa)’yı işte bu özgürlük merdiveninin daha ilk basamaklarındayken yapmıştır. Gülüşündeki gizeminden, duruşuna, ellerine, gözlerindeki bakışına bugün, 21.yüzyıl insanına hayran bırakmaya devam etmektedir “Mona Lisa”… Bu eser, sanatçının kendisini özgürce ifade edebildiği bu dönemin, en büyük başarısıdır. Belki de tam da olmasını istediği gibidir…
Rönesans ile birlikte başlayan özgürlük mücadelesi 19.yy’a kadar devam eder. İnsanlık tarihi boyunca devam eden kiliselerin, sarayların veya akademizmin katı kurallarının altında ezilen sanatçı, endüstri çağıyla kendi dışında bir amaca hizmet eden konumundan tam özgürlüğe doğru geçiş yapmaktadır. “Empresyonizm” ile başlayan günümüze kadar gelen çeşitli sanat akımları ile birlikte bu mücadele, bugün dahi devam etmektedir aslında…
“En kirli olanı da sanatçı ile sansür arasındakı ilişkidir. Bir an gelir ve sanatçı sanattan vazgeçer. Sanat tarihinde buna “Ustalık Dönemi” diyoruz…” 1748-1890 yılları arasında, Paris’te “Salon de Paris” sergileri yapılmaktaydı. Dönemin en önemli sanat etkinliğiydi bu sergiler. Fransa’da başarılı olmak; kraliyet tarafından beğenilmek isteyen tüm sanatçılar için “Paris Salonu”’nda yer almak çok önemliydi. 1863 yılına gelindiğinde ise büyük bir atılım gerçekleşti sanatın başkenti Paris’te.. ‘Reddedilenler Salonu’ yaratıldı. Paris Salonu’na jüri tarafından kabul edilmemiş eserlerin sergilendiği yeni bir salon sergisi… “Kırda Öğle Yemeği”, “İzlenim: Gün Doğumu” adlı tablolarıyla bir takım genç ressamların eserlerinin yer aldığı “Reddedilenler Sergisi”..Sanat severleri, dönemin eleştirmenlerini hayrete düşürecek; kabul edilmeyen eserlerdi bunlar. Bu bir avuç cesur sanatçı modern resim sanatındaki ilk büyük devrimci hareketin öncüleri, “Empresyonizm”in kurucuları olan Edouard Manet ve Claude Monet’den başkası değildi. Edgar Degas, Piere-Auguste Renoir, Paul Cezanne, Camille Pisarro ile birlikte, ışığın açık havada yarattığı etkiyi, gündelik hayattan aldıkları konular ile aktarmayı başardılar. Bu büyük yenilik, önlerindeki kuşaklara, Henri Matisse, Pablo Picasso gibi diğer özgün sanatçılara ve yeni akımlara yol gösterici oldu.
Batı’da yaratılan sanat akımlarının çıkış noktalarına bakıldığında hemen hepsinin temelinde sanatçının “özgürce” kendini ortaya koyma çabasının yattığı görülür. Kurallarla, baskıyla, yasaklarla dolu dönemler, sanat yaşamının gelişmediği; medeniyetten uzak; geri kalmış toplumlar yaratır. “Sanatçı doğanın nabzını elinde tutmalı, onun ritmiyle kendisi arasında bir uyum sağlamalı.” diyen Henri Matisse, nesnenin doğasına aykırı renkleri özgürce kullanmaktan çekinmeyerek insan saçlarında yeşil, kırmızı veya pembe; yüzlerde mor renkleri rahatça kullanabilmiştir. Diğer bir sanat dehası Pablo Picasso “Guernica” adlı eseri ile savaş, şiddet ve acı duygularını resmederken İspanya Kralı IV. Carlos’un ressamı Francisco Goya, kimseden çekinmeden dönemin gerçekliğini yansıtan cesur eserler yaratmıştır. Michalengelo’nun “David” heykeli tüm çıplaklığı ile insanoğlunun gerçekliğini yansıtan diğer bir eserdir. Tüm saldırılara rağmen kimse bu mükemmel eserin üzerini örtemedi yüzyıllarca… İşte gerçek sanat, sansürden korkmaz; etkilenmez. Bilakis, yüzyıllar geçse de onunla ve ona karşı var olur.
Yazar: BUKET ŞAKARCAN