Bir dönem UNESCO’ya bağlı Uluslararası Sanat Eleştirmenleri Derneği Türkiye Şubesi’nin başkanlığını yapan, akademisyen Osman Erden, sanat üzerine yazılar da yazıyor. Erden ile bu yıl 12.si düzenlenen Contemporary Istanbul ve 15. İstanbul Bienali’nden bahsettik.
Röportaj: Çisem Danacı / Fotoğraf: Sebla Tanık
Bir dönem, AICA’nın (Uluslararası Sanat Eleştirmenleri Derneği) Türkiye merkezi başkanlığını yaptınız. Bu prestijli deneyimden bize bahsedebilir misiniz?
UNESCO’ya bağlı Uluslararası Sanat Eleştirmenleri Derneği (AICA) Türkiye Şubesi’nin 2008-2011 yılları arasında yönetim kurulu üyeliği, 2011-2014 yılları arasında da başkanlık görevini sürdürdüm. AICA Türkiye, sanat eleştirisinin çok da el üstünde tutulmadığı bir ülkede bu alanın gelişmesi, sanat eleştirmenlerinin haklarının savunulmasına yönelik faaliyetlerde bulunan bir dernek. Bu alanda kalem oynatan kalburüstü isimlerin neredeyse hepsinin üye olduğu bir derneğin yönetiminde yer almak kuşkusuz çok önemli bir deneyimdi.
Sanat üzerine yazılarınız bulunmakta. Nasıl yazılar oluyor bunlar? Şu an üzerine çalıştığınız bir konu var mı? Sanırım, sizden bu yılki İstanbul Bienali üzerine bir yazı bekleyebiliriz?
Genelde sanat tarihinden konular olmakla birlikte içinde bulunduğumuz durumu irdeleyen, eleştirel bir nitelik taşıyan yazılar da yazmaya gayret ediyorum. Şu an kısa yazılardan ziyade 19. yüzyıl sanatının tarihine yönelik bir kitap projesi ile vaktimi harcıyorum. İstanbul Bienali için de bir yazı elbette bekleyebiliriz. Yazmaya değer bir sergi olacağına eminim.
İstanbul Bienal’inin, Türkiye’nin sanat dünyasındaki konumu açısından, 30 yıllık bir katkısı var. Bu durumda, İstanbul Bienali’ni bizim için ‘vazgeçilmez bir ihtiyaç’ olarak adlandırabiliriz sanırım. Siz bu etkinliğin katkıları ve vazgeçilmezliği ile ilgili ne düşünüyorsunuz?
İstanbul Bienali düzenlenmeye başladığı 1987 yılından itibaren Türkiye’deki sanat alanı için çok önemli kazanımları beraberinde getirdi. İletişim teknolojilerinin o kadar ileri olmadığı 80’li yılların sonu, 90’lı yılların başında (internetin olmadığı, uçak biletlerinin çok pahalı olduğu ve her zamanki vize problemlerinin yaşandığı dönem) dünya çağdaş sanat alanının en önemli sanatçılarının işlerini Türkiyeli sanat izleyicisine tanıtması bakımından çok önemli bir işlevi yüklendi. 90’lı yılların ikinci yarısından itibaren ise Türkiye’den birçok sanatçının uluslararası alanda tanınmasına yol açacak bir işleve sahip oldu. Diğer birçok özelliğinin yanında bu iki niteliği İstanbul Bienali’nin önemini ortaya koyuyor.
Birleşiyor demek çok doğru değil. Fuar bienale yanaşıyor demek daha yerinde olur. Contemporary Istanbul yerel bir etkinlik. Her ne kadar çabalasa da uluslararası alanda hiçbir etkisi olmayan, bir nevi semt pazarı niteliğinde bir organizasyon. Dünyanın en önemli, en köklü sanat fuarlarından biri olan Art Basel’e baktığımızda fuara eşlik eden içerik olarak çok önemli sergilere de rastlarız. ArtUnlimited gibi. Contemporary Istanbul’da bunun eksikliği çok bariz. Hem uluslararası alanda bienal üzerinden reklam yapmak hem de içerik açısından İstanbul Bienali’nden yararlanmak gayesinden bahsedebiliriz. Dünyanın en prestijli bienallerinden olan İstanbul Bienali’nin böyle bir işbirliğine ihtiyacı yok. Sanırım fuarın hükümete olan yakınlığı nedeniyle elinde tuttuğu gücün bir zorlaması söz konusu. İKSV’nin istemeden kabul etmiş olduğunu düşünüyorum.
Yaklaşık yirmi senedir beraber sanat üreten bir ikili olan Elmgreen & Dragset’in küratörlüğünü şüphesiz merakla bekliyorum. Kendileri daha önce İstanbul Bienali’ne sanatçı olarak katılmıştı. Sanatçıların küratörlük yapacak olması farklı bir sergi anlayışının pratiğe dökülmesi olacak. Yalnızca bu bile merak uyandırıyor.
15. İstanbul Bienali’nin başlığı ”İyi Bir Komşu”. Bu başlık bizi nasıl bir sanatsal bağlama taşır? Zihnimizde, nasıl bir eser veya sanatsal yaklaşım çağrışımı uyanmalı?
Küratörler geçtiğimiz Aralık ayında bienalin kavramsal içeriğini açıklarken farklı yaşam tarzlarına gönderme yaptılar. Farklı yaşam tarzları günümüz Türkiye’sinin en değinilmesi gereken konularından biri. Gittikçe muhafazakârlaşan, farklı yaşam tarzlarına saygının azaldığı, tek tip yaşamın empoze edildiği bir konjonktür içinde sanat alanı içinden bu konunun irdelenecek olması önemli. Küratörler belli ki çağdaş sanatın içermesi gereken güncelliği önemsiyorlar.
Bienal’in ve dolayısıyla benzer sanat etkinliklerinin, ülkemizdeki gelişimiyle ilgili ne düşünüyorsunuz? Sizce eksiklikler var mı? Gösterilen çabanın hızını arttırması mı gerekir?
Dünyada bir organizasyon biçimi olarak bienal fikri 90’lı yıllardaki yenilikçi özelliğini kaybetmiş durumda. Türkiye’de ise özellikle son on senede bienallerin Anadolu’nun çeşitli kentlerinde farklı organizasyon şemalarıyla düzenleniyor olması önemli. İstanbul Bienali prestijini korumaya devam edecek ama Sinop, Çanakkale, Mardin Bienalleri önemli potansiyel barındırıyorlar. Artık rayına oturmuş İstanbul Bienali’nin yanı sıra diğer kent bienallerini de göz önünde tutmak çağdaş sanat alanının Türkiye’de daha da genişlemesi açısından önemli.